13 Aralık 2011 Salı
12 Aralık 2011 Pazartesi
İktisat-Siyaset'in Penceresinden
Yeni
sayımızı yine yoğun bir gündemle beraber yayınlıyoruz. Giriş bölümünde,
elimizden geldiği ölçüde yine içeride yer veremediğimiz gündem maddelerine
değinmeye, bu konular hakkındaki fikrimizi ifade etmeye çalışacağız.
Mübarek Gitti! Sıra Yüksek Askeri Konsey’de!
Mısır’da Yüksek Askeri Konsey’e (YAK) karşı gerçekleştirilen
protesto gösterileri geçici hükümetin istifasıyla sonuçlandı. YAK, daha önce
iki kez kabinede değişikliğe giden (İsam Şeref liderliğindeki) geçici hükümetin
istifasını kabul etti. Yeni bir geçiş hükümeti kuruluncaya kadar İsam Şeref
hükümetinin görevde kalacağı açıklandı. Diğer yandan, YAK’ın askeri bütçesinin
sivil otoritenin denetimi dışında bırakılması ve YAK’ın anayasayı yapacak
komite üzerinde veto hakkını garanti altına almaya çalışması taleplerine karşı
başlayan gösteriler sonucunda, resmi açıklamalara göre Kahire’de en az 35 kişi
ölürken, yaralı sayısının 2000 civarında olduğu söyleniyor.
Dersim’in Aynasında Burjuva Devletin Vicdanı
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin
Aygün’ün, geçtiğimiz ay Zaman gazetesine verdiği ropörtaj sırasında dile
getirdiği, Dersim katliamına ilişkin sözleri ve dönemin devlet-partisi CHP’nin
sorumluluğunu teslim eden yaklaşımı, burjuva siyasetinin gölgesinde de olsa,
Cumhuriyet tarihinin en kanlı sayfalarından birinin açılmasına vesile oldu.
2009 yılının Kasım ayında, Dersim, ülke gündemine yine bir CHP’li tarafından, o
zaman Genel Başkan Yardımcısı sıfatını taşıyan Onur Öymen’in meclis kürsüsünden
yaptığı konuşmalar eliyle taşınmıştı. Öymen’in konuşmasının ana eksenini,
partisinin, AKP’nin açılım politikalarına yönelik eleştirisi oluşturuyordu.
Başbakan Erdoğan’ın, “Kürt Açılımı” sürecinde sık sık kullandığı “analar
ağlamasın” sözlerine karşılık, Öymen’in, gösterdiği örnekler arasına Dersim’i
de ekleyerek 1937-38’de yaşanan vahşeti meşrulaştıran yaklaşımı, oldukça geniş
yankı bulmuş, başta Dersimliler olmak toplumun farklı kesimleri, Öymen ve
CHP’ye olan tepkilerini çeşitli eylem ve basın açıklamalarıyla dile
getirmişlerdi. Biz de, yaşananlara ilişkin değerlendirmelerimizi fanzinimizin
11. sayısında okurlarımızla paylaşmıştık.
N.Ç. Davasında Yargıtay Son Noktayı Koydu: “Rızası Var”
N.Ç.;
2001 yılında 13 yaşındayken aralarında kamu görevlilerinin, askerlerin, mahalle
muhtarının, çevresindekilerin de bulunduğu 31 kişinin tecavüzüne uğradı.
Yılmadı bu küçük kadın ve yaşadıklarını anlatan bir mektup yazdı. Adalet Bakanlığı'ndan
-hukuktan medet umdu çünkü- yardım istedi. Mağdurdu çünkü, masumdu daha 13
yaşında bir çocuktu, bilemedi başına gelebilecekleri, ona günlerce tecavüz eden
kişilerin suçlu olduğunu sandı ama yanıldı. Mahkemeler ‘her şeyin farkındasın
sen bizi mi kandıracaksın, 13 yaşındayım kimseye karşı koyamadım masallarını
git başkalarına anlat, bak hem istediğinle beraber oluyormuşsun daha ne olsun’
diyerek rızası olduğunu tespit etti ve ona tecavüz edenleri en
düşük sınırdan cezalandırdı. Bu vahim olay üzerinden 9 yıl geçti, artık N.Ç
20’li yaşlarında genç bir kadın; fakat umudunu sürekli var etmeye çalışan,
umutsuzluğa kapılmamak için çabalayan bir kadın. N.Ç, Mardin’den kaçıp İstanbul’a geliyor,
burada ona yardım edebilecek insanlarla buluşuyor; ama zamanla öğreniyor işinin
ne kadar zor olduğunu, gerçekler apaçık ortada dururken işi yokuşa sürmek için
ellerinden geleni yaptıklarını görüyor. Başladığı bu yeni hayatında yaşama zor
da olsa tutunuyor N.Ç, ona yardım edenlerin desteğiyle, hukuk okumak istiyor –gerçi
hukuka olan inancını kaybedeli çok olmuş-, hayatına bu olaylar olmamış gibi
devam etmek istiyor artık, her karar sonrasında yaşamının tepetaklak olmasını
istemiyor, medya bu olayı popüler olduğu için deşmeye çalıştıkça, o bir o kadar
uzaklaşmak istiyor, ’60 yıl verseler de rahatlamam’ diyor, ve artık başka
şeylerden konuşmak istiyor.
Vicdani Ret Tartışmaları Üzerine
Kasım ayının ortasında AKP hükümeti vicdani ret konusunu gündeme
aldı ve konuyla ilgili düzenleme yapacağını duyurdu. Bu düzenlemeyle birlikte
askere gitmek istemeyenlere alternatif bir yol sunulacağı söylendi. AKP ve CHP
bu konuyu gündeme aldıklarını ve düzenleme yapılması gerektiğini vurguladılar.
MHP ise kendisinden beklendiği gibi bunu “densiz bir teklif” olarak tanımladı.
Wall Street Üzerine Birkaç Soru ve Cevap Denemesi
Fanzimizin 21. sayısında giriş mahiyetinde değindiğimiz
"Wall Street'i işgal et" hareketi üzerine, malum gerek burjuva
medyada, gerek sol gruplar nezdinde, bir iki aydır çok şey yazılıp çiziliyor ve
aslında "İşgal Et" hareketinin gittikçe kitleselleşmesi, eylemlerin
ABD'nin yaklaşık 100 şehrine sıçraması, hareketin hala sürüyor oluşu konunun
üzerine kafa yorulması açısından fazlasıyla önemli sebepler. Biz ise bu yazıda,
aslında hareket açısından sürecin nasıl ilerlediğinden çok, hareketin son
tahlilde siyasi sonuçlarına ve zihnimizde ortaya çıkardığı sorular üzerine
değinmek istedik.
Cihan ve Dahası
Cihan
Kırmızıgül 22 aydır
Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde
tutuklu. Kağıthane'de bir markete molotofkokteyli atanların arasında olduğu
iddia edilerek “terör örgütü üyesi
olmak” suçundan
7,5 ile 15, “mala zarar vermek”
suçundan 3 ile 18 yıl
ve “tehlikeli madde bulundurmak” suçundan da 4,5 ile 12 yıl olmak üzere toplam 15 ila 45 yıl arasında değişen hapis istemiyle yargılanıyor. Delil olarak gösterilen
ise telefonundaki Kürtçe bayram mesajı
ile o gün, olaydan birkaç
saat sonra, o marketin civarlarındaki
bir otobüs durağında,
boynunda puşiyle otobüs
bekliyor olması. Bu olaya görgü tanığı olarak ifade verenlerse Cihan'ı gözaltına
alırken lağım
çukuruna iten, dipçikle
vuran, bugünse onun kaçarken
ayağının
kayıp çukura
düştüğünü söyleyen, olayla ilgili tutulan Adli Tıp raporunu da inkar eden ve sorgudayken başına
tekme atıp tutanağı
zorla imzalatan polisler.
'Tembellik Hakkı' Özgürleştirir
Geçtiğimiz
Ekim ayında, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın, kamu
emekçilerinin sabah mesaisinin daha erken olması, mesai saatlerinin uzatılması
ve kamu emekçilerinin cumartesi günleri de çalışması gerektiği yönündeki
açıklamalarını anımsayacaksınız. Yıldız’a göre, gün ışığı böylelikle daha
tasarruflu bir şekilde kullanılacak ve sabah 06:00’da iş başı yapacak olan kamu
emekçileri bu sayede daha verimli bir iş günü geçirecekler.
Bir Dönem Katledilen Gazetecilerin Hikayesi: Press
1990'lı yıllar... Kürt
hareketinin
yükselişe
geçtiği,
devletin
Kürt
illerinde
olağanüstü hal (OHAL) ilan ederek şiddet, baskı ve terörü azami düzeye çıkarttığı bir dönem. Kürt halkı Türkiye Cumhuriyeti devletinin yıllardır uygulamış olduğu siyasi-ulusal baskıya, inkar ve asimilasyoncu politikalara, anti-demokratik uygulamalara karşı kitlesel gösteriler düzenleyerek ulusal-demokratik haklarını talep ederken, devletin buna cevabı askeri-polis gücünü kullanarak en sert şekilde kitlesel gösterileri bastırmak, gözaltı ve tutuklama dalgasını yükseltmek, sokağa çıkma yasağı getirmek, köy yakmak-boşaltmak ve Kürt siyasetçileri ve aydınları hedef alan “faili meçhul” cinayetler gibi insanlık dışı uygulamalara başvurmak oldu. Devlet içerisinde
kurulan
gizli
örgütlenmelerle devlet adına hareket eden TSK bünyesinde kurulmuş olan ve daha sonra inkar edilen JİTEM elemanları ve devletin kendi eliyle yaratıp kendi eliyle ortadan kaldırdığı Hizbullah militanları işbirliği içerisinde tehdit, şantaj, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, cinayet
işleme gibi pis işleri ortalığa saçıyordu. Devlet şiddet ve baskıcı yüzünü
göstererek Kürtlere adeta nefes aldırmak istemiyordu.
Tüm
bu olup bitenler Fırat'ın doğusunda yaşayanların gözleri önünde cereyan ederken
Fırat'ın batısında yaşayanların ana akım burjuva medyanın devletin istediği
yayın politikasına uygun olarak şovenist-milliyetçilik aşılayan haberleriyle
Kürtlere karşı düşman algısı yerleşiyordu bilinçlerinde. Burjuva medya basın ilkesi ve gazetecilik
etiğine aykırı olarak devletin bir organı gibi çalışıyordu. Ana akım burjuva
medyanın karşısında Özgür Gündem gazetesi çalışanlarının bölgede gelişen olayları
takip ederek devletin ve medyanın gerçek yüzünü teşhir etmeye çalışan bir yayın
politikası izlemesi; tehditlere ve baskılara maruz kalmalarına ve hatta
hayatlarına mal olmuştu. 1992'de yayın hayatına başlayan ve 1994'de kapatılan
Özgür Gündem gazetesinin iki yılda 27 çalışanı öldürüldü. İşte bu dönemde,
karanlıkta bırakılan, öldürülen gazetecilerin hikayesini gün ışığına çıkartıyor
Press filmi.
“Profesyonel”, Bürokratik Diktatörlükler ve Kapitalizmin Krizi
Devlet
tiyatrosu sahnelerinde üçüncü yılına giren, ilk oyundan itibaren kapalı gişe
oynayan “Profesyonel” adlı oyun hakkında yazılmış bir değerlendirmenin gecikmiş
bir değerlendirme olduğunu düşünenler olabilir. Gerek devlet tiyatrolarında
bilet bulmanın zorluğu gerekse çalışma yaşamının acımasız mesai saatleri bu
gecikmeyi açıklamak için bir nebze yeterli olabilir. Fakat eklemek gerekir ki,
oyunun ele aldığı konu, bu yazının güncelliğini korumaktadır. Yugoslavya’nın
kapitalist restorasyonu sırasında eski rejimle yenisi arasında ortaya çıkan
çelişkileri, bir yazar ve bir emekli polis üzerinden ifade eden oyun, içinden
geçtiğimiz döneme birkaç açıdan ışık tutar. Özellikle bugün kapitalizmin dünya
çapında karşılaştığı ekonomik ve siyasi kriz, insanlığı bir kez daha kapitalizm
dışında başka bir dünya özlemiyle karşı karşıya getirmekte. Doğu Bloğu ülkeleri
yıkıldığında kapitalizmin zaferini ilan edenlerle, hala bu eski ulusalcı bürokratik
diktatörlükleri işçi devletleri veya sosyalizm olarak karakterize edenlerin
tarihsel çöküşü bu oyunla bir kez daha karşımıza çıkmıştır.
Mihri Belli’yi “Anmak” ve Anlamak (2)
Sosyalist devrim – MDD tartışması
1960’lı
yıllarda sol içindeki tartışmaların ana konusu, Türkiye’nin sosyo-ekonomik
yapısıydı. Bu tartışmalar son derece önemliydi, çünkü izlenecek olan “devrim
stratejisi” bu çözümlemeler üzerine oturtulacaktı. Mihri Belli, Türkiye’yi
emperyalizme bağımlı, yarı feodal ve yarı sömürge bir ülke olarak tanımlıyor;
dolayısıyla, devrimin karakterinin milli
ve demokratik olması gerektiğini savunuyordu. Kapitalist olmayan bir
ülkede “komprador
burjuvaziye ve feodal toprak ağalarına” karşı gerçekleşecek olan bu
devrimin önderliğini işçi sınıfı alamayacağına göre (!) bu görev, milli
burjuvaziden, ordudan, öğrenci gençlikten ve aydınlardan oluşacak olan “milli cephe“ye
düşüyordu. Ulusal devrimci bir iktidarı kuracak olan bu “zinde güçler”,
başlatacakları milli kalkınma hamlesiyle, ülkeyi -Mustafa Kemal’in de hedefi
olan- tam bağımsızlığa ulaştıracaklardı. Belli’ye göre, bütün bunlar başarılana
kadar işçi sınıfının bağımsız siyasi örgütlenmesinden ve sosyalist devrimden
söz edilemezdi! Bu süreçte “sosyalist devrim“ sloganını öne çıkarmak, “milli
cepheyi bölmek“ anlamına geleceği için karşıdevrimci güçlere hizmet ederdi;
dolayısıyla, kabullenilemezdi.
Karanlık Çökerken - Bürokrasinin Yükselişi Bolşevizmin Yenilgisi
h2o Yayıncılık tarafından Prinkipo’dan Bakış serisiyle
yayınlanan ilk kitap olan “Karanlık Çökerken”, Rusyalı Marksistlerin, 1917 Ekim
(Kasım) Devrimi’nin ardından kurulan ilk işçi devletinin bürokratik çürümesine
karşı verdikleri amansız mücadeleye ilişkin belgelerden oluşmaktadır. Gerek
Ekim Devrimi’nin gerekse onun ardından kurulan devletin sınıf karakterine
ilişkin tartışmaların Marksist yazında oldukça büyük bir yer tuttuğu biliniyor.
Yalnızca Marksist yazında mı? Ekim Devrimi’nin ve Sovyetler Birliği’nin
karakteri konusunda, burjuva aydınları tarafından yapılan ve çoğu “kapitalizmin
aşılamazlığı”, “sosyalizmin ütopikliği” gibi ideolojik önyargıları kanıtlamaya
uğraşan çalışmalar bile yüzlerce ciltlik bir literatür oluşturuyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)