Fanzimizin 21. sayısında giriş mahiyetinde değindiğimiz
"Wall Street'i işgal et" hareketi üzerine, malum gerek burjuva
medyada, gerek sol gruplar nezdinde, bir iki aydır çok şey yazılıp çiziliyor ve
aslında "İşgal Et" hareketinin gittikçe kitleselleşmesi, eylemlerin
ABD'nin yaklaşık 100 şehrine sıçraması, hareketin hala sürüyor oluşu konunun
üzerine kafa yorulması açısından fazlasıyla önemli sebepler. Biz ise bu yazıda,
aslında hareket açısından sürecin nasıl ilerlediğinden çok, hareketin son
tahlilde siyasi sonuçlarına ve zihnimizde ortaya çıkardığı sorular üzerine
değinmek istedik.
Öncelikle,
"Wall Street'i işgal et" hareketinin ortaya çıkmasını sağlayan
sosyo-ekonomik nedenler (ABD'de özellikle 2007'de başlayan krizin de etkisiyle
işsizlik oranlarındaki artış, artan yoksulluk, ödenemeyen kredi borçları, son
30 yılda hızla derinleşen toplumsal eşitsizlik, siyasi kurumlara karşı derin
güvensizlik vb...) aslında geniş kesimlerce fırsatlar ülkesi olarak bilinen
ABD'ye ilişkin bu kanının ne kadar geçersiz olduğunu gösterdi. ABD'de en yüksek
yaşam standartlarının ve sınırsız ekonomik fırsatların olduğuna ilişkin yaygın
kanının aksine, yoksulluk, ücretler ve gelir eşitsizliği üzerine yayınlanan bir
dizi raporun açıkladığı üzere ABD'de son yıllarda işçi-emekçi ve yoksul
kesimlerin yaşam düzeyinde gerileme yaşanırken, burjuvazinin en üst katmanları
ise kar üstüne kar yapıyor. Bu istatistiklere birkaç örnek:
"1979-2007 yılları arasında ABD’deki ailelerin en zengin
yüzde 1’inin, gelirinin yüzde 275 oranında arttığını; bu kesimin ulusal
gelirden aldığı payın da iki kattan fazla arttığını gösteriyor."
"..., bir Amerikan işçisinin 2010 yılındaki ortalama geliri
26.364 ABD Doları’ydı ki bu, dört kişilik bir aile için resmi yoksulluk sınırı
olan 22.025 Dolar’ın çok üstünde değildi. Bir ailenin resmi yoksulluk sınırının
iki katı gelir elde etmesi durumunda bile sıkıntıyla ve güvensizlikle
karşılaştığı düşünülürse, SGK’nin raporunun makul bir tanımlamayla “yoksul”
kesime dâhil ettiği insanların Amerikan halkının mutlak çoğunluğunu
oluşturduğunu söylemekte hiçbir abartı yoktur. "[1]
Beraberinde,
"İşgal Et" hareketinin getirdiği ses ve ABD'nin onlarca kentinde
düzenlenen eylemler bir kez daha, özellikle solun içerisindeki ulusalcı
kesimler açısından ABD'ye ilişkin çizilen birbirine kenetlenmiş Amerikan
halkı-devleti portresini de iflas ettirmiştir. ABD devletinin emperyalist
niteliği onun kendi bağrındaki sınıfsal çelişkileri ortadan kaldırmıyor. Kapitalizmin
olduğu her yerde sınıflar var ve ABD'de de sömürülen, ezilen bir işçi sınıfı ve
emekçiler var. Kuşkusuz onları sokağa döken de kapitalizmin yarattığı
sorunlardır.
Neden
hedef Wall Street?
En
önemlisi, 1970'lerden itibaren başlayan kapitalist küreselleşme süreciyle
birikte, finans sektörünün kapitalizm içerisinde önemi daha da arttı. Verilen
kredilerle, kapitalistlerin ürettiklerini satmaları için gerekli kaynak gelir
sağlanmaya çalışılırken, aslında reel gelirleri bir yandan düşen emekçiler için,
bu krediler ödenemeyecek borçlar anlamına geliyor. Özellikle 2007 krizi sonrası
şişen borç balonunun patlamasıyla birlikte, Amerikan burjuva hükümeti bir
yandan finans kuruluşlarını ve şirketleri kurtarmakla meşgulken bir yandan da
bu kurtarma işleminin faturasını sömürülen sınıflara kesmişti. Dolayısıyla
finans kuruluşlarının toplandığı Wall Street bölgesinin, eylemciler tarafından
hedef alınması tesadüf değildir. Wall Street ABD'nin olduğu kadar dünya
kapitalizminin de popüler deyişle "kalbi" olduğundan İşgal Et
hareketinin egemenlerin gözlerini üzerine çekmesi de oldukça doğal.
%99
neyi ifade ediyor?
"Wall
Street'i işgal et" hareketi deyince akla gelen ilk argümanlardan biri
herhalde "biz %99'uz"
söylemidir.
%99 söylemini ortaya çıkaran koşullar ise yine
ABD'deki gelir dağılımındaki uçuruma varan eşitsizlikler: Araştırmaların
sonucunda, aynı makalede "Amerika’daki 400 kişinin 1.53 trilyon dolara
sahip olduğu ve geri kalan milyonlarca kişinin korkunç bir yoksullukla başa
çıkmaya çalıştığı" belirtiliyor.
Sembolik bir hal alan "%99 söylemi" görüldüğü üzere
aslında salt işçi sınıfını kastetmemektedir. ABD'de en yüksek gelire sahip olan
%1'in dışındaki herkesi içine katan bir popülist söylemi ifade etmektedir %99.
Elbette diğer ülkelerde olduğu gibi Amerikan halkının da çoğunluğunu işçi ve
emekçilerin oluşturduğu gerçeğini de dışlamaz bu.
Bununla birlikte, aşğıdan yukarıya örgütlenen ve merkezi bir
yapıya sahip olmadıklarını belirten hareket, kararları "halk
meclisleri" üzerinden aldıklarını dile getiriyor. Elbette, kendi iç
demokrasi anlayışlarını yükseltme iradesi ortaya koyan eylemcilerin bu
yaklaşımı ilgi çekicidir. Fakat bahsi geçen halk meclislerini, tarihten yola
çıkarak bildiğimiz işçi sınıfının öz-yönetim organlarıyla karıştırmamak gerek.
İşçi sınıfının gerek dünya görüşü çerçevesinde bütünleşmemiş olan bu hareket
"çoğulcu" bir yapıya sahipken, gerekse bu organların tam anlamıyla
öz-yönetim niteliğinde kullanılıp kullanılmadığı hakkında yeterince bilgi
sahibi değiliz. Kısacası eylemcilerin mücadele hattı üzerinde işçi sınıfının
ideolojik hegemonyasının oluşmadığını söyleyebilriiz.
Eylemciler ne savunuyor?
"İşgal Et" hareketi, çeşitli siyasi akımlardan
(ekolojistler, anarşistler, sosyalistler, feministler, sosyal demokratlar.. vs)
bileşenlere sahip bir koalisyon görüntüsü çizmesine rağmen, anti-kapitalist bir
söylem de içerisinde barındırdğı gibi, aslında ana vurguyu %1 tarafından
uğranılan haksızlıklar üzerine yapıyor.
Amerikalı eylemcilerin gazetesi, Occupied Wall Street Journal’ın
(İşgal Altındaki Wall Street Gazetesi) ilk sayısında yayınlanan “işgal
bildirisinde” şunlar söyleniyor: “İpoteğe
sahip olmadıkları halde evlerimize el koydular/ bizlerden aldıkları vergileri
ortaklarına dağıttılar/ iş yerlerinde bugüne dek, cinsiyetçi, ırkçı ve yaşa
bağlı bir ayrımı uyguladılar/doğayı katlettiler, besin kaynaklarını
zehirlediler/ eğitim ve sağlık hakkımızı bir meta gibi sattılar/ öğrenim
kredisi ile öğrencileri borçlandırıp onları rehin tuttular / basın özgürlüğünü
yok ettiler/.
Fakat buna benzer söylemlerin
yanında "sosyal adalet", "demokrasi" gibi kavramların da
sık sık kullanıldığını vurgulayalım. Ayrıca hareket, bir programı olmadığını da
ısrarla dile getiriyor. Şimdilik hareketin örgütsel ve siyasi yapısı açısından
bu "çoğulcu" ve "liberal" anlayışı sempati toplasa da,
hareket açısından ilerleyen süreçte çok ciddi zaafiyetler yaratacaktır. En
basitinden mücadele stratejisi ve devrimci bir program konusunda net olmayan
her kitle hareketinin, burjuva veya küçük-burjuva önderlikler nezdinde düzene
yedeklenmesi kaçınılmaz olmaktadır. Wall Street'i İşgal Et hareketini de
bekleyen tehlikeler dolayısıyla ortadadıri, ki zaten ABD'li egemenlerin
eylemcilere karşı tabiri caizse görece babacan tavrı ve aslında onların
"iyi niyetli" olduğu kanısını uyandıran açıklamaların [2], hareketi
düzen sınırları içerisine çekme gayreti olarak açıklanabilir. ABD'li siyasi
iktidar, gerçekte kapitalizme yönelik bir toplumsal tepki olarak ortaya çıkan
İşgal Et hareketini kendisine yedeklemeye, "finans sistemini reformdan
geçirme" söylemiyle kapitalizmin sonuçlarını gizlemeye çalışmaktadır.
Eylemcilere dönük devlet
tarafından uygulanan şiddet neden yoğunlaştı?
Burjuvazi bir yandan hareketi
manipule edebilmek için çabalarken, devletin kolluk kuvvetlerinin eylemcilere
dönük saldırılarının da sistematik biçimde sürüyor oluşu bir stratejinin
parçasıdır. Hatırlanacağı üzere, önce Zuccotti Parkı'ında eylemcilerin kurduğu
kamp alanına "yasal prosedür" de (mahkeme kararı) tamamlandıktan
sonra saldıran polis eylemcilerin bir kısmını gözaltına alarak kamp alanını
dağıtmıştı. Fakat eylemcilerin kararlı duruşu, ertesi gün tekrar park alanına
girmeleriyle ve ardından eylemlerin ABD'nin çeşitli kentlerine yayılmasıyla
sonuçlandı. Kaba kuvvetle hareketi bir yandan sönümlendirmek isteyen devlet, şimdilik
bunun sonuç vermeyeceğini anladığından topyekün bir saldırı henüz söz konusu
değil. Çünkü eylemcilere dönük uygulanan şiddet, gerek ABD gerek dünya
genelinde oldukça tepki çekiyor. Örnek olarak, Kaliforniya Üniversitesi'nde
"İşgal Et" hareketine destek için oturma eylemi yapan öğrencilerin
üzerine biber gazı sıkan ABD'li polisler, gelen yoğun tepkilerin etkisiyle
açığa alınmıştı.
Beraberinde, devletin kolluk
kuvvetlerini eylemcilerin üzerine salması, aslında ABD'li egemenlerin kısa
vadede onları zor duruma düşürecek toplumsal bir muhalefet ağının oluşması
korkusunda yatıyor. ABD burjuvazisi bu anlamıyla, kontrolü elinden bırakmamak
için hem fiziki anlamda eylemcileri yıpratmaya çalışırken, hem de eylemcileri
manipule edip, kendi adına fırsatlar yaratma telaşı içinde.
Son olarak, "Wall Steet'i
İşgal Et" hareketinin "ilham" kaynaklarına ve onun uluslarası
boyutuna da değinmekte yarar var. Aslında "İşgal Et" hareketinin
ulusalcı reflekslerden [3] çok küresel kapitalizme karşı birikmiş bir öfkenin
yerel ayağı olduğunu, onların apaçık Tunus, Mısır, Yunanistan, İspanya vb.
ülkelerdeki eylemcilerle kendilerini özdeşleştirmelerinden anlayabiliriz. 15
Ekim'de gerçekleştirilen küresel eylem çağrısıyla birlikte Avrupa ve Asya'da
binlerce insanın sokağa dökülmesi de bunun göstergesiydi.
Sonuç yerine
"Wall Street'i İşgal
Et" hareketi henüz yolun başında olmasına rağmen dünya kamuoyunda
yarattığı etkiyle aslında şimdiden tarihte kendisine bir köşe bulmuş durumda.
Bununla beraber eylemlerin ve Zucotti Parkı'ında kurulan kamp alanının dünyanın
diğer kısımlarında yaşayan emekçilere ilham kaynağı olduğunu da ekleyelim.
Örnek olarak, İngiltere'nin Londra kentinde 15 Ekim'de, St Paul Katedrali
önünde kamp kuran "Londra'yı İşgal Et" hareketi açıkça ABD'deki eylemliliklerden
etkilendiğini belirtmişti.
Bitirmeden belirtmek gerekir
ki, yukarıda da ifade ettiğimiz devrimci bir programın ve bu programı sırtlayıp
kitlelerle buluşturacak bir önderliğin olmadığı koşullarda, özellikle
"İşgal Et" hareketine benzer kitle örgütlenmelerinin ne yazık ki
küçük-burjuva veya burjuva önderlikler nezdinde manipule edilip düzen sınırları
içerisine çekileceğini bizlere tarihsel deneyimler öğretmektedir. Bu yüzden
kitlelerin kapitalist düzene karşı biriken öfkesini devrimci bir programda
bütünleştirecek ve yeni bir dünya hedefine tabi kılacak bir dünya partisinin
inşası mücadelesi, Avrupa, Afrika, Ortadoğu ve Amerika'daki kitle hareketleri
zincirinin gösterdiği en önemli sonuç olarak önümüzde duruyor.
erkan s.
[1]
Gerileyen ABD'nin Bir Portresi, wsws.org'dan çeviri-http://www.sosyalizm.eu/?p=3349
[2]
"ABD Başkanı Barack Obama ve Başkan Yardımcısı
Joe Biden göstericilerin kızgınlığına hak verdiklerini açıkladı."-http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2011/10/08/obama-wall-street-eylemcileri-hakli
Yine
Obama'nın Demokrat Partisi eylemcileri desteklediğini açıklamıştı.
[3]
Eylemciler içerisinde yer alan siyasi akımlardan da anlaşılacağı üzere,
ulusalcı siyasi reflekslerin nüveleri aslında hareket içerisinde var, fakat
henüz bütüne hakim olduğu söylenemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder