12 Aralık 2011 Pazartesi

Wall Street Üzerine Birkaç Soru ve Cevap Denemesi


Fanzimizin 21. sayısında giriş mahiyetinde değindiğimiz "Wall Street'i işgal et" hareketi üzerine, malum gerek burjuva medyada, gerek sol gruplar nezdinde, bir iki aydır çok şey yazılıp çiziliyor ve aslında "İşgal Et" hareketinin gittikçe kitleselleşmesi, eylemlerin ABD'nin yaklaşık 100 şehrine sıçraması, hareketin hala sürüyor oluşu konunun üzerine kafa yorulması açısından fazlasıyla önemli sebepler. Biz ise bu yazıda, aslında hareket açısından sürecin nasıl ilerlediğinden çok, hareketin son tahlilde siyasi sonuçlarına ve zihnimizde ortaya çıkardığı sorular üzerine değinmek istedik.

Öncelikle, "Wall Street'i işgal et" hareketinin ortaya çıkmasını sağlayan sosyo-ekonomik nedenler (ABD'de özellikle 2007'de başlayan krizin de etkisiyle işsizlik oranlarındaki artış, artan yoksulluk, ödenemeyen kredi borçları, son 30 yılda hızla derinleşen toplumsal eşitsizlik, siyasi kurumlara karşı derin güvensizlik vb...) aslında geniş kesimlerce fırsatlar ülkesi olarak bilinen ABD'ye ilişkin bu kanının ne kadar geçersiz olduğunu gösterdi. ABD'de en yüksek yaşam standartlarının ve sınırsız ekonomik fırsatların olduğuna ilişkin yaygın kanının aksine, yoksulluk, ücretler ve gelir eşitsizliği üzerine yayınlanan bir dizi raporun açıkladığı üzere ABD'de son yıllarda işçi-emekçi ve yoksul kesimlerin yaşam düzeyinde gerileme yaşanırken, burjuvazinin en üst katmanları ise kar üstüne kar yapıyor. Bu istatistiklere birkaç örnek:

"1979-2007 yılları arasında ABD’deki ailelerin en zengin yüzde 1’inin, gelirinin yüzde 275 oranında arttığını; bu kesimin ulusal gelirden aldığı payın da iki kattan fazla arttığını gösteriyor."

"..., bir Amerikan işçisinin 2010 yılındaki ortalama geliri 26.364 ABD Doları’ydı ki bu, dört kişilik bir aile için resmi yoksulluk sınırı olan 22.025 Dolar’ın çok üstünde değildi. Bir ailenin resmi yoksulluk sınırının iki katı gelir elde etmesi durumunda bile sıkıntıyla ve güvensizlikle karşılaştığı düşünülürse, SGK’nin raporunun makul bir tanımlamayla “yoksul” kesime dâhil ettiği insanların Amerikan halkının mutlak çoğunluğunu oluşturduğunu söylemekte hiçbir abartı yoktur. "[1]

Beraberinde, "İşgal Et" hareketinin getirdiği ses ve ABD'nin onlarca kentinde düzenlenen eylemler bir kez daha, özellikle solun içerisindeki ulusalcı kesimler açısından ABD'ye ilişkin çizilen birbirine kenetlenmiş Amerikan halkı-devleti portresini de iflas ettirmiştir. ABD devletinin emperyalist niteliği onun kendi bağrındaki sınıfsal çelişkileri ortadan kaldırmıyor. Kapitalizmin olduğu her yerde sınıflar var ve ABD'de de sömürülen, ezilen bir işçi sınıfı ve emekçiler var. Kuşkusuz onları sokağa döken de kapitalizmin yarattığı sorunlardır.

Neden hedef Wall Street?
En önemlisi, 1970'lerden itibaren başlayan kapitalist küreselleşme süreciyle birikte, finans sektörünün kapitalizm içerisinde önemi daha da arttı. Verilen kredilerle, kapitalistlerin ürettiklerini satmaları için gerekli kaynak gelir sağlanmaya çalışılırken, aslında reel gelirleri bir yandan düşen emekçiler için, bu krediler ödenemeyecek borçlar anlamına geliyor. Özellikle 2007 krizi sonrası şişen borç balonunun patlamasıyla birlikte, Amerikan burjuva hükümeti bir yandan finans kuruluşlarını ve şirketleri kurtarmakla meşgulken bir yandan da bu kurtarma işleminin faturasını sömürülen sınıflara kesmişti. Dolayısıyla finans kuruluşlarının toplandığı Wall Street bölgesinin, eylemciler tarafından hedef alınması tesadüf değildir. Wall Street ABD'nin olduğu kadar dünya kapitalizminin de popüler deyişle "kalbi" olduğundan İşgal Et hareketinin egemenlerin gözlerini üzerine çekmesi de oldukça doğal.

%99 neyi ifade ediyor?
"Wall Street'i işgal et" hareketi deyince akla gelen ilk argümanlardan biri herhalde "biz %99'uz"
söylemidir. %99 söylemini ortaya çıkaran koşullar ise yine ABD'deki gelir dağılımındaki uçuruma varan eşitsizlikler: Araştırmaların sonucunda, aynı makalede "Amerika’daki 400 kişinin 1.53 trilyon dolara sahip olduğu ve geri kalan milyonlarca kişinin korkunç bir yoksullukla başa çıkmaya çalıştığı" belirtiliyor.

Sembolik bir hal alan "%99 söylemi" görüldüğü üzere aslında salt işçi sınıfını kastetmemektedir. ABD'de en yüksek gelire sahip olan %1'in dışındaki herkesi içine katan bir popülist söylemi ifade etmektedir %99. Elbette diğer ülkelerde olduğu gibi Amerikan halkının da çoğunluğunu işçi ve emekçilerin oluşturduğu gerçeğini de dışlamaz bu.

Bununla birlikte, aşğıdan yukarıya örgütlenen ve merkezi bir yapıya sahip olmadıklarını belirten hareket, kararları "halk meclisleri" üzerinden aldıklarını dile getiriyor. Elbette, kendi iç demokrasi anlayışlarını yükseltme iradesi ortaya koyan eylemcilerin bu yaklaşımı ilgi çekicidir. Fakat bahsi geçen halk meclislerini, tarihten yola çıkarak bildiğimiz işçi sınıfının öz-yönetim organlarıyla karıştırmamak gerek. İşçi sınıfının gerek dünya görüşü çerçevesinde bütünleşmemiş olan bu hareket "çoğulcu" bir yapıya sahipken, gerekse bu organların tam anlamıyla öz-yönetim niteliğinde kullanılıp kullanılmadığı hakkında yeterince bilgi sahibi değiliz. Kısacası eylemcilerin mücadele hattı üzerinde işçi sınıfının ideolojik hegemonyasının oluşmadığını söyleyebilriiz.

Eylemciler ne savunuyor?
"İşgal Et" hareketi, çeşitli siyasi akımlardan (ekolojistler, anarşistler, sosyalistler, feministler, sosyal demokratlar.. vs) bileşenlere sahip bir koalisyon görüntüsü çizmesine rağmen, anti-kapitalist bir söylem de içerisinde barındırdğı gibi, aslında ana vurguyu %1 tarafından uğranılan haksızlıklar üzerine yapıyor.

Amerikalı eylemcilerin gazetesi, Occupied Wall Street Journal’ın (İşgal Altındaki Wall Street Gazetesi) ilk sayısında yayınlanan “işgal bildirisinde” şunlar söyleniyor: “İpoteğe sahip olmadıkları halde evlerimize el koydular/ bizlerden aldıkları vergileri ortaklarına dağıttılar/ iş yerlerinde bugüne dek, cinsiyetçi, ırkçı ve yaşa bağlı bir ayrımı uyguladılar/doğayı katlettiler, besin kaynaklarını zehirlediler/ eğitim ve sağlık hakkımızı bir meta gibi sattılar/ öğrenim kredisi ile öğrencileri borçlandırıp onları rehin tuttular / basın özgürlüğünü yok ettiler/.

Fakat buna benzer söylemlerin yanında "sosyal adalet", "demokrasi" gibi kavramların da sık sık kullanıldığını vurgulayalım. Ayrıca hareket, bir programı olmadığını da ısrarla dile getiriyor. Şimdilik hareketin örgütsel ve siyasi yapısı açısından bu "çoğulcu" ve "liberal" anlayışı sempati toplasa da, hareket açısından ilerleyen süreçte çok ciddi zaafiyetler yaratacaktır. En basitinden mücadele stratejisi ve devrimci bir program konusunda net olmayan her kitle hareketinin, burjuva veya küçük-burjuva önderlikler nezdinde düzene yedeklenmesi kaçınılmaz olmaktadır. Wall Street'i İşgal Et hareketini de bekleyen tehlikeler dolayısıyla ortadadıri, ki zaten ABD'li egemenlerin eylemcilere karşı tabiri caizse görece babacan tavrı ve aslında onların "iyi niyetli" olduğu kanısını uyandıran açıklamaların [2], hareketi düzen sınırları içerisine çekme gayreti olarak açıklanabilir. ABD'li siyasi iktidar, gerçekte kapitalizme yönelik bir toplumsal tepki olarak ortaya çıkan İşgal Et hareketini kendisine yedeklemeye, "finans sistemini reformdan geçirme" söylemiyle kapitalizmin sonuçlarını gizlemeye çalışmaktadır.

Eylemcilere dönük devlet tarafından uygulanan şiddet neden yoğunlaştı?
Burjuvazi bir yandan hareketi manipule edebilmek için çabalarken, devletin kolluk kuvvetlerinin eylemcilere dönük saldırılarının da sistematik biçimde sürüyor oluşu bir stratejinin parçasıdır. Hatırlanacağı üzere, önce Zuccotti Parkı'ında eylemcilerin kurduğu kamp alanına "yasal prosedür" de (mahkeme kararı) tamamlandıktan sonra saldıran polis eylemcilerin bir kısmını gözaltına alarak kamp alanını dağıtmıştı. Fakat eylemcilerin kararlı duruşu, ertesi gün tekrar park alanına girmeleriyle ve ardından eylemlerin ABD'nin çeşitli kentlerine yayılmasıyla sonuçlandı. Kaba kuvvetle hareketi bir yandan sönümlendirmek isteyen devlet, şimdilik bunun sonuç vermeyeceğini anladığından topyekün bir saldırı henüz söz konusu değil. Çünkü eylemcilere dönük uygulanan şiddet, gerek ABD gerek dünya genelinde oldukça tepki çekiyor. Örnek olarak, Kaliforniya Üniversitesi'nde "İşgal Et" hareketine destek için oturma eylemi yapan öğrencilerin üzerine biber gazı sıkan ABD'li polisler, gelen yoğun tepkilerin etkisiyle açığa alınmıştı.

Beraberinde, devletin kolluk kuvvetlerini eylemcilerin üzerine salması, aslında ABD'li egemenlerin kısa vadede onları zor duruma düşürecek toplumsal bir muhalefet ağının oluşması korkusunda yatıyor. ABD burjuvazisi bu anlamıyla, kontrolü elinden bırakmamak için hem fiziki anlamda eylemcileri yıpratmaya çalışırken, hem de eylemcileri manipule edip, kendi adına fırsatlar yaratma telaşı içinde.

Son olarak, "Wall Steet'i İşgal Et" hareketinin "ilham" kaynaklarına ve onun uluslarası boyutuna da değinmekte yarar var. Aslında "İşgal Et" hareketinin ulusalcı reflekslerden [3] çok küresel kapitalizme karşı birikmiş bir öfkenin yerel ayağı olduğunu, onların apaçık Tunus, Mısır, Yunanistan, İspanya vb. ülkelerdeki eylemcilerle kendilerini özdeşleştirmelerinden anlayabiliriz. 15 Ekim'de gerçekleştirilen küresel eylem çağrısıyla birlikte Avrupa ve Asya'da binlerce insanın sokağa dökülmesi de bunun göstergesiydi.

Sonuç yerine
"Wall Street'i İşgal Et" hareketi henüz yolun başında olmasına rağmen dünya kamuoyunda yarattığı etkiyle aslında şimdiden tarihte kendisine bir köşe bulmuş durumda. Bununla beraber eylemlerin ve Zucotti Parkı'ında kurulan kamp alanının dünyanın diğer kısımlarında yaşayan emekçilere ilham kaynağı olduğunu da ekleyelim. Örnek olarak, İngiltere'nin Londra kentinde 15 Ekim'de, St Paul Katedrali önünde kamp kuran "Londra'yı İşgal Et" hareketi açıkça ABD'deki eylemliliklerden etkilendiğini belirtmişti.

Bitirmeden belirtmek gerekir ki, yukarıda da ifade ettiğimiz devrimci bir programın ve bu programı sırtlayıp kitlelerle buluşturacak bir önderliğin olmadığı koşullarda, özellikle "İşgal Et" hareketine benzer kitle örgütlenmelerinin ne yazık ki küçük-burjuva veya burjuva önderlikler nezdinde manipule edilip düzen sınırları içerisine çekileceğini bizlere tarihsel deneyimler öğretmektedir. Bu yüzden kitlelerin kapitalist düzene karşı biriken öfkesini devrimci bir programda bütünleştirecek ve yeni bir dünya hedefine tabi kılacak bir dünya partisinin inşası mücadelesi, Avrupa, Afrika, Ortadoğu ve Amerika'daki kitle hareketleri zincirinin gösterdiği en önemli sonuç olarak önümüzde duruyor.  

erkan s.

[1] Gerileyen ABD'nin Bir Portresi, wsws.org'dan çeviri-http://www.sosyalizm.eu/?p=3349

[2] "ABD Başkanı Barack Obama ve Başkan Yardımcısı Joe Biden göstericilerin kızgınlığına hak verdiklerini açıkladı."-http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2011/10/08/obama-wall-street-eylemcileri-hakli
Yine Obama'nın Demokrat Partisi eylemcileri desteklediğini açıklamıştı.

[3] Eylemciler içerisinde yer alan siyasi akımlardan da anlaşılacağı üzere, ulusalcı siyasi reflekslerin nüveleri aslında hareket içerisinde var, fakat henüz bütüne hakim olduğu söylenemez.

Hiç yorum yok: