CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin
Aygün’ün, geçtiğimiz ay Zaman gazetesine verdiği ropörtaj sırasında dile
getirdiği, Dersim katliamına ilişkin sözleri ve dönemin devlet-partisi CHP’nin
sorumluluğunu teslim eden yaklaşımı, burjuva siyasetinin gölgesinde de olsa,
Cumhuriyet tarihinin en kanlı sayfalarından birinin açılmasına vesile oldu.
2009 yılının Kasım ayında, Dersim, ülke gündemine yine bir CHP’li tarafından, o
zaman Genel Başkan Yardımcısı sıfatını taşıyan Onur Öymen’in meclis kürsüsünden
yaptığı konuşmalar eliyle taşınmıştı. Öymen’in konuşmasının ana eksenini,
partisinin, AKP’nin açılım politikalarına yönelik eleştirisi oluşturuyordu.
Başbakan Erdoğan’ın, “Kürt Açılımı” sürecinde sık sık kullandığı “analar
ağlamasın” sözlerine karşılık, Öymen’in, gösterdiği örnekler arasına Dersim’i
de ekleyerek 1937-38’de yaşanan vahşeti meşrulaştıran yaklaşımı, oldukça geniş
yankı bulmuş, başta Dersimliler olmak toplumun farklı kesimleri, Öymen ve
CHP’ye olan tepkilerini çeşitli eylem ve basın açıklamalarıyla dile
getirmişlerdi. Biz de, yaşananlara ilişkin değerlendirmelerimizi fanzinimizin
11. sayısında okurlarımızla paylaşmıştık.
Bugün yine tartışılıyor Dersim. En son, Başbakan’ın
Dersim’de yaşanan yıkım nedeniyle, devlet adına “özür” dilemesi oldukça önemli
bir gelişme olarak değerlendirildi ve bir anlamda süreci 2009’daki
tartışmalardan farklı bir mecraya sürükledi. Özellikle, burjuva basında geniş
yer bulan hatta reyting ve tiraj açısından basın-yayın organlarının yüzünü
güldüren bir konu haline geldi Dersim. Katliamın nasıl, kimler tarafından
gerçekleştirildiği, isyan nedeniyle mi yoksa devletin uzun vadeli planları
doğrultusunda mı yapıldığı “sorgulanıyor”. Dersim konusunda, döneme ışık tutan
kitaplar, makaleler ve belgeler inceleniyor ve mesele, dönüp dolaşıp hangi
asker-sivil üst düzey yetkilinin haberi vardı noktasına getirilip reklam
arasına gidiliyor. Hal böyleyken, Dersim katliamının burjuva siyasetine malzeme
edilişini, tarafların karşılıklı suçlamalarını ve tutarlılıklarını kısaca ele
almakta fayda var. Bunu yaparken, burjuva devlet aygıtının vicdanını yoklamaya
ve kendi tarihi ile hesaplaşma becerisini gösterip gösteremeyeceğini anlamaya
çalışalım.
AKP’nin ölü
seviciliği
Hüseyin Aygün’ün anılan röportajda, Dersim
katliamına dikkat çeken sözleri, bir anlamda devletin ve dolayısıyla dönemin
devletle bütünleşmiş partisi CHP’nin geçmişi ile yüzleşmesi gerekliliğini ifade
ediyordu. Aygün, röportajın ardından kopan fırtınayı öngörebilmiş olsa bu
konuya değinir miydi bilinmez, fakat AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın nicedir
beklediği ilhamı Aygün’den aldığını söyleyebiliriz.
Erdoğan’ın içindeki Dersim
“aşkının”, CHP’nin burjuva siyaseti açısından bakıldığında akılcı sayılabilecek
reaksiyonları gösterebilme becerisine sahip olmaması nedeniyle de iyice
alevlendiği anlaşılıyor. AKP daha önce birçok farklı örnekte görüldüğü üzere,
siyasi rakibi CHP’yi köşeye sıkıştıracağına inandığı tüm araçları kullanıyor.
CHP’li Aygün’ün, partisinin yani devletin Dersim katliamındaki rolünü
hatırlatan açıklamaları da, bu anlamda önlemli bir siyaset malzemesi işlevi
kazandı.
Erdoğan’ın Dersim’de
yaşananlara dair tutumu, tıpkı anayasa referandumu öncesinde 12 Eylül askeri
diktatörlüğü tarafından katledilen devrimciler için takındığı tavra benziyor.
Erdoğan ve kurmaylarının arkasından gözyaşı döktüğü devrimcileri anan
öğrenciler bugün zindandalar. Toplumsal muhalefetin her rengi dizginsiz bir
baskı-sindirme politikasıyla karşı karşıya. Seçim mitinglerinde, meydana
topladığı kalabalığa, siyasi rakibinin Alevi oluşundan hareketle Aleviliği
yuhalatan Erdoğan’ın, devletin gazabına uğramış Dersim Kızılbaşlarına sahip
çıkması kulağa ne kadar da samimi geliyor değil mi?
Ama bunda şaşılacak bir
durum yok. AKP iktidarı, burjuva siyasetinin gereklerini yerine getiriyor
yalnızca. Bunu yaparken, nerede durması gerektiğini de biliyor elbette.
Yalnızca siyasi rakibini yıpratacak kadar ileri gidebiliyor. Cumhuriyet
tarihinin onlarca kanlı ve karanlıkta bırakılmaya çalışılan sayfasından
yalnızca biri Dersim. Belki en acı deneyimlerden biri ama istisna değil
kesinlikle. Devletin Dersim harekâtı, cumhuriyet henüz emekleme dönemindeyken
çerçevesi çizilen ulus-devlet yaratma modelinin ürünlerinden biri. Dil
(Türkçe), din (Sünni İslam) ve ırk (Türk) tekliği üzerine oturtulan
ulus-devlet, başta Kürtler ve Ermeniler olmak üzere, bu topraklarda “ideal
olmayan unsurlara” karşı asimilasyon, bunun mümkün olmadığı yerde imha yoluna
gitmiştir. Bu politik hattan muaf herhangi bir burjuva partisi var olmamıştır
bu topraklarda.
AKP yalnızca resmi tarihle
hesaplaşıyormuş gibi yapmaktadır. Yakın geçmişte yaşanan katliamların gerçek
sorumlularının ortaya çıkarılması noktasında somut adım atmıyor oluşu bunun en
önemli kanıtı. Maraş, Çorum, 1 Mayıs '77, Sivas katliamları, Kürt illerinde
özellikle 90’larda yaşanan “faili meçhul” denilen kıyımlar, 19 Aralık katliamı
ve daha niceleri… Saydıklarımızın hiçbirinde gerçek sorumlular ortaya
çıkarılmıyor, dahası korunup kollanıyorlar. Ergenekon davasıyla birlikte devlet
içindeki kontrol dışı yapılanmalarla mücadeleye giriştiğini ilan eden AKP
iktidarı, artık günün gereklerini karşılamayan, işlevini yitiren
organizasyonların yerine, kendi “derin devlet”ini, yani dönemin yeni
ihtiyaçlarına uygun burjuva devlet aygıtının bir parçasını ikame ediyor.
Dolayısıyla AKP’nin, resmi ideoloji ve devlet eliyle işlenen cinayetlerle
hesaplaştığını düşünmek aldanmak demek olur.
O, yalnızca, artık kendisine
zararı dokunmayacağını düşündüğü kısmıyla ilgileniyor. Egemenlerin iktidarını
tehlikeye düşürebilecek her düşünce ve her eyleme düşman olmayı sürdürüyor bir
yandan.
Muhalefet ne diyor?
Meseleyi CHP açısından ele
aldığımızda oldukça vahim bir tablo çıkıyor karşımıza. Her şeyden önce kimi sol
çevrelerde temelsiz bir iyimserlik uyandıran ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel
Başkanlığa gelişi ile başladığı ilan edilen CHP’deki değişim-dönüşüm sürecinin
ne düzeyde gerçekleştiği, böylesi kırılma dönemlerinde parti içinden yükselen
reaksiyon göz önünde tutularak değerlendirilebilir. Yılların birikimi ile
kemikleşmiş ulusalcı-kemalist zırhın Kılıçdaroğlu ile birlikte kırılacağı –ki
bu belli bir düzeyde gerçekleşmiştir-, partinin Avrupalı sosyal-demokrat
benzerlerine daha yakın bir görünüm kazanacağı düşünülüyordu. Fakat son olarak
Dersim tartışmalarında görüldü ki, parti içi hesaplaşmalar henüz tam olarak
aşılmış değil. Ulusalcı–Kemalist kadroların CHP içerisindeki etkisi, Aygün’ün
açıklamalarının mahkûm edildiği ve Merkez Yönetim Kurulu’nun kendisinin
savunmasını istemesi gerektiği ifade edilen bildiri ile açığa çıktı. CHP MYK’sı
da vakit kaybetmeden Aygün’ün Zaman gazetesine vermiş olduğu röportajda sarf
ettiği sözler nedeniyle savunmasını istedi.
Kendisi de “Dersimli” olan
Kılıçdaroğlu, partisinin tarihsel mirasına sahip çıkarken, Tayyip Erdoğan’ın
kullandığı yöntemi kullandı. Somut tarihsel olgularla yüzleşmek yerine, siyasi
rakibini Ermeni diasporasının sözcülüğünü üstlenmekle suçladı. Bu basit örnek
bile, burjuva siyasetçilerinin birbirlerine zıtmış gibi görünen “siyaset yapma“
üsluplarının özünde ne kadar benzer olduğunu göstermektedir. CHP, AKP’nin
Dersim katliamına yaklaşımını teşhir edebilecek yöntemlerden yoksundur çünkü
objektif olarak aynı tarihsel mirası taşımakta ve sahiplenmektedir. Burjuva
siyaset arenası öylesi bir zemine sahip ki, Dersim katliamının birinci
dereceden mağduru olan Kılıçdaroğlu dahi, devletin resmi tarihi ile açıktan
hesaplaşamamakta, meseleyi siyaset malzemesi
olarak (hem de Ermeni düşmanlığına oynayarak) kullanmanın bir adım
ötesine geçememektedir. Mecliste kurulacak bir “araştırma komisyonu”,
Genelkurmay Arşivleri’nin açılması, ne kadar önemli talepler olsalar da,
Mustafa Kemal ve İsmet İnönü gibi isimlerin katliamdaki sorumluluklarını
peşinen reddetme eğilimindeki CHP’nin temel yaklaşımını gizlemeye
yetmemektedir.
MHP’nin konuya ilişkin tavrı
ise bilindik ırkçı-faşist akıl tutulmasının ürünüydü. Bahçeli, elli bine yakın
insanın vahşice kıyıma uğratıldığı, binlerce insanın sürgün edildiği Dersim’de
yaşananları bir asayiş olayı, isyancıları bastırma ve had bildirme olarak
görüp, devletin eliyle işlenen insanlık suçunu meşrulaştırıyor. Aslında onun bu
tavrı “dönemin şartları altında değerlendirildiğinde” diye başlayıp lafı
geveleyerek, “katliam o gün için bir gereklilikti dolayısıyla eleştirmemek,
mümkünse unutmak gerekir” diyenlerle aynı paraleldedir.
Unutmak mı, hesaplaşmak mı?
Türk etnik kimliği üzerine kurulu
merkezi bir burjuva ulus-devleti inşası sürecinin bir parçası olarak, Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içerisindeki her bir metre karenin devletin kontrolü
altına alınması, Türkleştirilmesi ve olası bir “tehlike” olmaktan çıkarılması
hedefinin bir parçası olarak planlanan Dersim katliamı, bölgesel siyasi
otoritelerin de ortadan kaldırılması (örneğin Seyit Rıza), merkezi devletin
düzeninin ve egemenliğinin tesis edilmesi amacıyla gerçekleştirilmişti.
1937-38’de Dersim’de
yaşananlar, yıllarca öncesinden planlanmış, adım adım gerçekleştirilmiş Tedip
Harekâtı’nın sonuçlarıdır. Bir devlet projesi olarak icra edilmiştir. Her ne
kadar, devlet arşivlerindeki tüm bilgi ve belgeler kamuoyu ile paylaşılmamış
olsa da, ulaşılabilir olanlar, çok çeşitli tanıklıklar yukarıda değindiğimiz
olguları doğrulamaktadır.
Elbette bütün arşivler,
özellikle Genelkurmay arşivlerinin tamamı ulaşılabilir olmalı ve sorumluluklar
inkâra imkân bırakmayacak şekilde kanıtlanmalıdır. Bunu gerçekleştirebilecek
iradenin düzen partileri içinden çıkamayacağı da artık basit bir gerçek halini
aldı. Çünkü tarihini büyük ölçüde yalanlar ve çarpıtmalar üzerine kurmuş olan
burjuva devletlerin hemen hepsi kendi geçmişlerinden korkuyorlar. Bugün
dünyanın diğer ucuna “demokrasi taşıma” hevesi ile yanıp tutuşan egemenlerin
tarihleri katliamlar ve kıyımlarla doludur.
Dersim tartışmalarının bir
süre sonra gündemden silineceğini görebilmek için kahin olmaya gerek yok.
Başbakan’ın devlet adına özür dilemesi tek başına hiçbir anlam ifade etmiyor ve
hiçbir ciddiyeti yok, çünkü geriye dönük herhangi bir yaptırım söz konusu
edilmiyor. Ayrıca, devletin özür borçlu olduğu tek katliam Dersim değil
elbette. Özür dilenmesi değil, hesap sorulması gerekiyor. Bu hesabı sorabilecek
olanlar da geçmişleri kan ve imhayla bezeli egemen sınıfın temsilcileri değil,
işçi sınıfının öncülüğündeki ezilenler olabilir. Benzer katliamların bir daha
yaşanmaması adına egemenlerin düzeninden hesap sorulması gerekiyor!
gamlı baykuş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder