Devlet
tiyatrosu sahnelerinde üçüncü yılına giren, ilk oyundan itibaren kapalı gişe
oynayan “Profesyonel” adlı oyun hakkında yazılmış bir değerlendirmenin gecikmiş
bir değerlendirme olduğunu düşünenler olabilir. Gerek devlet tiyatrolarında
bilet bulmanın zorluğu gerekse çalışma yaşamının acımasız mesai saatleri bu
gecikmeyi açıklamak için bir nebze yeterli olabilir. Fakat eklemek gerekir ki,
oyunun ele aldığı konu, bu yazının güncelliğini korumaktadır. Yugoslavya’nın
kapitalist restorasyonu sırasında eski rejimle yenisi arasında ortaya çıkan
çelişkileri, bir yazar ve bir emekli polis üzerinden ifade eden oyun, içinden
geçtiğimiz döneme birkaç açıdan ışık tutar. Özellikle bugün kapitalizmin dünya
çapında karşılaştığı ekonomik ve siyasi kriz, insanlığı bir kez daha kapitalizm
dışında başka bir dünya özlemiyle karşı karşıya getirmekte. Doğu Bloğu ülkeleri
yıkıldığında kapitalizmin zaferini ilan edenlerle, hala bu eski ulusalcı bürokratik
diktatörlükleri işçi devletleri veya sosyalizm olarak karakterize edenlerin
tarihsel çöküşü bu oyunla bir kez daha karşımıza çıkmıştır.
Oyunun, birkaç isim değişikliğiyle savaş
sonrasında Doğu Avrupa’da kurulmuş herhangi bir ülkede geçebilecek dinamiklere
sahip olduğunu belirtelim. Nazım Hikmet’in Sovyetlerde yasaklanan “İvan
İvanoviç Var mıydı Yok muydu?”[1] adlı oyununun mekânsızlığı, bürokrasinin
bütün Sovyetlerdeki hâkimiyetini ifade eder. Profesyonel de, benzer bir
mekânsızlığı ifade ederken, oyunun sahnede, devrim, eşitlik, özgürlük, işçi
devletleri, Stalinizm’in yenilgisi, bürokratik diktatörlük gibi kavramları
yeninden üretmesiyle, bugün Atina sokaklarında derinleşen siyasi krize, Wall
Street’te işgalin ardından öfkeye dönüşen gelişmelere katkı sunacak donelere
sahip. Kapitalizme duyulan öfkenin yaygınlaştığı böylesi bir dönemde bu sisteme
alternatif olarak gösterilen geçmişin Stalinist, ulusalcı, bürokratik
diktatörlüklerinin hala şu ya da bu şekilde işçi devleti olarak kabul edildiği
Türkiye solunun önemli bir kısmı göz önünde bulundurulduğunda, bu oyun üzerine
yazılmış bir yazının gecikmiş bir yazı olmadığını bir kez daha vurgulayalım.
Oyunun, çoğu kişinin
kendisini Emir Kusturica’nın yönetmenliğini yaptığı Underground filminin
senaryosundan tanıdığı Duşan Kovaçeviç tarafından kaleme alındığını ekleyelim.
Hâlihazırda şehir tiyatrolarında oynanan Bir İntiharın Genel Provası adlı
oyunun da yazarı olan Duşan Kovaçeviç’inProfesyonel adlı
oyunu, 1992 yılında İngilizce’ye çevrildikten sonra ABD’de ve İngiltere’de
sahnelenmiş. Sonrasında 2003 yılında Kovacevic tarafından aynı isimle beyaz
perdeye uyarlanan filmin, 2004 İstanbul Film Festivalinde Jüri Özel Ödülünü
aldığını eklemeden geçmeyelim.
Türkiye’de Işıl Kasapoğlu’nun
yönetmenliğinde Yetkin Dikinciler (Teya), Bülent Emin Yarar (Luka), Gülen
Çehreli (sekreter), Cenap Oğuz (yazar adayı) tarafından oynanan oyun [2],
Avrupa’da bürokratik diktatörlüklerin çöküşü sırasında, yani kapitalist
restorasyonun sürdüğü bir dönemde Yugoslavya’da geçiyor. Oyun, Yugoslavya’da
görece “özgür” bir dönemin başladığı, katı bürokratik rejimlerin SSCB de dahil
çökmeye yüz tuttuğu bir dönemde “verimsiz, vasat” bir yazarın rejimin yeni
yöneticileri tarafından bir yayınevinde genel yayın yönetmeni olarak
atanmasıyla başlar. Yugoslavya’nın bu son günlerinde eski rejimle, kurulmaya
çalışılan yeni kapitalist rejim arasındaki gerilim, baba ve oğul arasındaki
çelişkilerle şekillenirken aydın-polis ikilemi, yazılmış ama ulaşmamış
mektuplar ve anılarla dolu bir bavul arasında sürüyor.
Hem anlatıcı hem oyuncu olarak karşımıza
çıkan Teya’nın bu yöntemi, her ne kadar oyunun sonunda bir bütün olarak
kavransa da seyirci ve oyuncu arasındaki tarihsel mekânsal ayrımı ortadan
kaldırıyor. Dekorda, yayın yönetmenin odası, çalışma masası, üzeri kitaplarla
dolu geniş bir masa ve kütüphane seyirciyi selamlar. Her ne kadar 90’lar
anlatılmaya çalışılmış olsa da dekorun ve renklerin, kostümlerin seçimi, II.
Dünya Savaşı sonrasının Yugoslavya’sını yansıtıyor. Bu dekor seçiminin, zaman
geçişlerinin sıkça yaşandığı bu oyunda bilinçli bir tercih olduğunu belirtelim.
Zaman ve mekân arasında gelgitler sıkça yaşanırken belirli imgelerle eski
rejimle yeni rejim arasında gerilim farklı biçimlerde seyirciye ulaşır.
Özellikle arka planda çalan eski Yugoslavya türküleri rejimin bir bütün olarak
tasfiye edilmediğini hatırlatır. Bu imgesel tercihin ardından aylar öncesi
yayınevine gönderdiği fakat bir türlü yayınlamayan kitabını almak için yayın
yönetmeninin odasını basan bir yazar adayı, geçmişe ilişkin taleplerin sürdüğü
yönündeki yorumlara ulaşmamızı sağlar.
Teya, genel yayın yönetmeni olmasına rağmen
vasat bir yazar olduğunu ve şimdiye dek sadece iki tane kitabının basıldığını;
bunlardan birinin şiir, birinin de öykü kitabı olduğunu belirtir. Teya’nın bu
yeni rejimin vasat bir memuru olduğunu kavramakta zorlanmayız. Sıradan bir
yazar ve rutin işlerle meşgul bir memur olarak izlediğimiz Teya’nın belirli
tarihsel koşullar sonrasında böyle bir yaşama sahip olduğunu oyunun devamında
anlarız.
Bütün bu gelişmeler gündelik rutinliğinde
sürüp giderken kendisini ziyarete gelen bir yabancı, Teya’nın bundan sonraki
yaşamını derinden sarsacaktır. Ziyaretçi, eski rejimin sadık polislerinden olup
restorasyonla birlikte emekli edilip önce bir mağazada güvenlik memuru, sonrasında
ise taksi şoförü olarak yaşamını sürdüren Luka’dır. Luka, yaklaşık on altı yıl
boyunca kendisini resmi, iki yıl da gayri resmi olarak her yerde takip eden ve
defalarca öldürmek istediği halde öldüremediği, aksine ölümden kurtardığını
ifade eden emekli polistir. O, bunca yıl kendisini vasat bir yazar olarak gören
Teya’nın eski rejime karşı verdiği mücadele sırasında yaptığı konuşmalar, haber
yazıları ve sohbetlerinden oluşan üç ciltlik kitabı ona uzatır. Teya
şaşkınlığını korurken, Luka bu kitapların dışında bir adet dramanın ona teslim
edilmek üzere çantasında beklediğini ifade eder.
Her iki rejimde de değişik görevlerde
bulunan Duşan Kovaçeviç, Teya’nın iki dönem arasındaki üretkenliğini ve
vasatlığını bu ansiklopedilerle fazlasıyla ifade eder. Teya bütün
yaratıcılığını ve üretkenliğini baskıcı rejime karşı onlarca yıl sürdürdükten
sonra yeni rejim onu memurlaştırmıştır.
Teya’ya kitaplardan bölümler okuyan Luka,
oğlu için kendisini iki yıl gayri resmi olarak takip ettiğini belirtir. Oğlunun
edebiyat öğretmeni olduğunu ve bu ciltli kitaplardan bazı bölümleri eski
rejimin okullarında öğretmeye çalıştığı için okuldan atıldığını ve
Avustralya’ya gitmek zorunda kaldığını Luka’nın ağzından öğreniriz. Luka,
kendisinin sadık bir rejim savunucusu olduğu bu ülkede, oğlunun rejim karşıtı
olmasını anlamaya çalıştığını ekler. Sonrasında valizden çıkan ve Teya’nın
değişik mekânlarda unuttuğu, şapka, şemsiye, çakmak ve mektuplar gün yüzüne
çıkar. Luka hepsini zamanın koynundan çekip çıkarmış 40. yaşında Teya’ya
sunmuştur. Ulaşılmayan mektuplardan Teya’nın babasının da Luka gibi polis
olduğunu ve rejimin acımasız bir savunucusu olduğunu görmek durumunda kalırız.
Bu iki polis de rejimin acımasız savunucusu olmalarına rağmen, çocukları
rejimin baskıcı totaliter yapısına öfke duymaktadırlar. Teya’nın babası ölmüş
Luka’nın oğlu ise şimdi çok uzaklardadır.
Teya’nın yazdıkları ve anılarıyla eski
rejim ve onun baskıcı yanları Luka’nın cisminde dışa vurulduktan sonra, Luka
bugünü ve yeni rejimi anlatmaya başlar. Teya’ya, eski rejime duyulan öfkeye
rağmen bugün yaşanılanların çok da iyi olmadığını ifade etmeye koyulur.
Luka’nın bu rejimde umursanmayan yoksul bir
taksi şoförü haline gelmeden önce bir mağazanın güvenliğinde çalıştığını
öğreniriz. Bir süre sonra mağazadan çocuklar tarafından çalınanların peşinden
koşturmanın yersiz olduğuna karar verir. Yeni rejimde daha büyüklerini götüren
yeni seçkinlerin ortasında, bu kararında haklı olduğunu düşünür ve görevinden
istifa eder. Yeni rejimin kendisi gibi milyonlarcasını yoksulluktan ve kötü
yaşamdan kurtarmadığını ifade ederek bu sistemin Teya gibileri, yönetici haline
getirdiğini ifade eder. Bu çelişkinin ortasında izleyicinin, eski rejime
duyulan öfkenin ardından yeni rejime eleştirel bakması sağlanır.
Luka, eski rejimin totaliter baskıcı bir
rejimken yenisinin ise en az onun kadar insanlığı çaresiz bir yoksulluğun
derinliğine ittiğini, kimilerini ise yönetici seçkin haline getirmekte zaman
kaybetmediğini ifade eder. Bu tespit, Sovyetler Birliği dahil bütün Doğu Bloğu
ülkelerindeki temel çelişkiyi ortaya koyar. 1990’ların hemen başında başlayan
restorasyon birkaç yıl içinde milyonları acımasız bir yoksulluğa sürüklerken
yeni patronları ve seçkinleri yaratmakta hiç vakit kaybetmedi. Teya, Luka’nın
iki rejim arasındaki karşılaştırmalarına karşı çıkmaya çalışsa da bir süre
sonra kabul eder.
Oyunun sonunda Luka’nın kitaplar dışında
bir de dramadan bahsettiğini hatırlayan Teya kendi yazdığı dramayı merak eder.
Bu detayı oyunu izleyecek olanlar olabileceğini düşünerek üzülerek geçiyorum.
Geçtiğimiz dönem birçok benzer konunun
sinemadan, tiyatrolara ve romanlara konu olduğunu hatırlatanlar olacaktır. Evet
kabaca ilk aklıma gelenler; “Berlin in German”, “Ayna Korkusu”, “Elveda Lenin”,
“Başkalarının Hayatı” vb. Doğu Bloğu ülkelerinde yaşanan dönüşümün yarattığı
çelişkiler, altüst oluşlar, mizah ve dramla birleşerek değişik biçimlerde
yaklaşık 20 yıl geçmesine rağmen karşımıza çıkmaya devam ediyor. Bu ürünlerin
tamamında benzer çelişkileri izlediğimizi, dahası totaliter bürokratik
diktatörlüklere duyulan öfkenin, bu ülkelerde işçi demokrasisinin inşasıyla
değil kapitalizmin restorasyonuyla sonuçlandığını biliyoruz. Onlarca yıl
bürokrasinin hüküm sürdüğü bu ülkelerde baskıcı totaliter iktidarlar, işçi
sınıfının her türden eleştirisini ezmiş iktidarını korumak için kitlesel
kıyımlara sebep olmuştur.
Bütün bunlara ek olarak doksanların
başından itibaren bürokratik diktatörlüklerin yıkılması, kapitalizmin tarihsel
“zaferi”ni ilan etmesine yol açmıştı. Onlara göre artık sosyalizm ölmüştü.
Lenin’i gömmenin zamanı gelmiş, Marx’ın Avrupa’da dolaşan komünizm hayaleti,
yıkılan Stalin heykelleriyle tarihe gömülmüştü. Bu gelişmelerde başından
itibaren, tarihe gömülenin sosyalizm değil; bürokratik diktatörlükler ve
Stalinizm olduğunu ifade ettik. Kapitalizmin “zaferi” özellikle Yugoslavya’nın
parçalanmasına yol açarken, binlerce insanın birkaç ay içinde iç savaşta
öldürülmesiyle sonuçlandı. Evet, bu kapitalizmin zaferiydi.
Bugün aynı sistemin, yani kapitalizmin
tarihsel iflasıyla karşı karşıyayız. Yazının başında ifade ettiğimiz başka bir
dünya özleminin, kapitalistlerin acımasız ücretli emek sömürüsüyle karşımıza
çıkardığı biçimiyle ya da Stalinist, ulusalcı diktatörlükler eliyle değil;
üretim araçlarının bütünüyle toplumsallaştırıldığı, bürokrasinin tarihe
gömüldüğü bir dünya sistemiyle vücut bulacağını eklemek zorundayız. Teya ve
Luka oyunun sonunda günah çıkarmış gibi görünseler de, onların gerilimlerinde
ortaya çıkan gelişmeler, bizim taleplerimizi ne eski bürokratik rejimlerle ne
de kapitalizmin azgın sömürü sistemiyle sınırlar. Aksine, başka bir dünya için
sosyalizm sloganını daha kuvvetli haykırmamız gerektiğini hatırlatır.
Hakan Aktaş
9 Kasım 2011, sosyalizm.eu
Dipnotlar:
[1] Yusuf ile Menofis Oyunlar 3 /Yapı kredi
Yayınları
[2] Sekreter ve yazar adayının kısa rollerini
bir kenarda tutarsak Bülent Emin Yarar ve Yetkin Dikinciler’in oyunculuğu
konusunda söylenecek çok şey bulamazken her iki oyuncunun 2010 yılında en iyi
erkek oyuncu ödüllerini aldığını belirteyim. Afife Tiyatro Ödülleri- Yılın En
Başarılı Erkek Oyuncusu- Bülent Emin Yarar, 8. Tiyatro Ödülleri – Yılın Erkek
Oyuncusu- Yetkin Dikinciler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder