Sermayenin Diktatörlüğü ve Devrimci İşçi Sınıfının Yolu
12 Haziran seçimlerinin sonuçları, olağanüstü bir durum gerçekleşmezse artık büyük ölçüde biliniyor. İktidar partisi AKP yine seçimden birinci parti olarak çıkacağının güveniyle çalışmalarını sürdürse de CHP'nin yükselişi AKP'ye, 9 yıllık iktidarının hem üslup hem de baskı açısından en saldırgan dönemini yaşatıyor. AKP, küresel sermaye ve Türkiye burjuvazisinin programı doğrultusunda yaşama geçirdiği politikalarla oluşan ve krizin ötelenmesiyle varlığını şimdilik sürdüren “ekonomik istikrar” söylemi çerçevesinde iktidarını korumayı planlıyor.
CHP ise, Kılıçdaroğlu'nun gelişiyle birlikte ivme kazanan değişim rüzgarıyla birlikte bugün artık eski statükocu-ulusalcı çizgisinden büyük ölçüde uzaklaşmış durumda. Artık CHP, büyük sermayeye AKP'nin bir alternatifi olduğunu kesin bir şekilde ifade edebiliyor; Kürt sorunu ve anayasa üzerine yaptığı açılımlarla hiç şüphesiz AKP'den daha liberal bir burjuva partisi görünümü çiziyor.
İktidar yarışının uzağında kalmış MHP de dahil olmak üzere burjuva partilerinin temel amacının egemen sınıfın siyasi temsilcisi olmak ve yine bu sınıfın çıkarları doğrultusunda politikaları gerçekleştirmek, başta işçi sınıfı olmak üzere ezilenleri kontrol altında tutmak olduğunu görmek için parlamanter demokrasiler tarihine bakmak yeterlidir. Seçim meydanlarında sıralanan içi boş vaatler, sorunların nedenleriyle değil sonuçlarıyla uğraşmaktadır. Sınıflı toplum ve kapitalist sömürüden doğan tüm sorunlar karşısında “biz çözeriz!” diye bağıran ve çözüm adresi olarak da yine sistemin bir parçası olan parlamentoyu gösteren burjuva partilerinin gerçekte yoksulluk, işsizlik, açlık, savaşlar gibi temel sorunlarla bir alıp veremediklerinin olmayışı, bu partilerin kapitalist sistemle hiçbir sorunlarının olmayışından kaynaklanıyor. Kürt halkına ve Alevilere yönelik söylemleri de, toplumun diğer ezilen kesimlerine yönelik olduğu gibi sorunları ortadan kaldırma amacına değil, oy kapma telaşına dayanıyor.
Egemen sınıfının ideolojisi ve hegemonyası altında bulunan emekçilerin yeni bir dünya özleminin savunucusu olan devrimci işçi sınıfı partisinin yokluğu ise sermayenin egemenliğinin sürdürülmesini oldukça kolaylaştırmaktadır. Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da olduğu gibi bu egemenliğe karşı ayağa kalkıldığında işçi sınıfı örgütsüz ve devrimci partisinden yoksunsa, sonuç yine değişmeyecek, sermayenin diktatörlüğü varlığını sürdürecektir.
12 Haziran seçimlerine işçi sınıfının dünya çapında sosyalist kurtuluşu; devrim ve sosyalizm eksenli enternasyonalist perspektifle katılan herhangi bir parti ya da aday bulunmuyor. Kürt halkına yönelik her türlü baskı ve saldırıya karşı kararlılıkla mücadele vermek ve onun meşru demokratik taleplerini desteklemek dün olduğu gibi bugün de elzemdir. Ancak sosyalistler sınıf perspektifini yitirmemeli, emekçilerin ve halkların ezilmeleri ve baskı altında tutulmaları üzerinde yükselen parlamentoların “demokrasi” maskesinin, gerçekte, sermayenin egemenliğini toplumun rızasına dayalı sürdürmesinin bir aracı olduğunu göz ardı etmemeli; kapitalizmi dünya çapında ortadan kaldırma ve sınıfsız bir dünya kurma hedefinin tek öznesi olan işçi sınıfının çıkarlarını merkez almalıdırlar. Bu perspektiften bakan bizler için 'Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku' da hem bloğun oluşturuluş biçimi hem de seçim bildirgesiyle işçi sınıfının çıkarlarını temsil etmemektedir. Blok tarafından tüm sorunların çözüm adresi olarak burjuva parlamentosu gösterilmekte, seçim bildirgesi yalnızca demokratik talepler etrafında şekillenmekte ve sınıflı toplum yapısının, kapitalist sömürünün, burjuvazinin egemenlik aracı olarak devletin kaldırılması yolunda işçi sınıfının sınıfsız dünya perspektifi bloğun ne bildirgesinde ne de söyleminde bulunmaktadır.
Dünyanın her bir yerinde savaşların ve toplumsal altüst oluşların yaşandığı bugünkü gibi koşullarda, burjuva rejimler demokratikleşmek bir yana hepimizin gördüğü gibi otoriterleşiyorlar ve ezilen sınıflara karşı hazırlık yapıyorlar. Bizler 1917 Ekim Devrimi'nin en değerli miraslarından birisi olan, Lenin ve Troçki gibi Marksist devrimcilerin de yer aldığı Komünist Enternasyonal'in II. Kongresinde (1920) kabul edilen şu ifadenin bugün de hem işçi sınıfı hem de Marksistler için yol gösterici olduğunu düşünüyoruz: “Hükümet sistemi olarak parlamentarizm, burjuva egemenliğinin “demokratik” bir biçimi haline gelmiştir; gelişmesinin belirli bir anında bu biçim, görünüşte sınıfların değil, “halkın iradesini” ifade eden bir temsiliyet kurgusuna ihtiyaç gösterir; gerçekte bu “demokratik” biçim, hüküm süren sermayenin elinde bir baskı ve zor altına alma aletini oluşturur.”
Bu gerçeklikten hareketle, sermayenin diktatörlüğüne ve 12 Haziran seçimlerine ilişkin parlamentarist yanılsamalara karşı, Kuzey Afrika ve Ortadoğu işçi sınıfı ile gençliğinin bugün eksikliğini yakıcı bir şekilde duyduğu işçi sınıfının devrimci enternasyonalist partisini yaratma ve emekçileri sosyalist bir dünya için seferber etme perspektifini 12 Haziran seçimlerinde de sürdüren Sosyalizm* grubunun tutumunu destekliyor ve mücadelemizi bu yönde sürdüyoruz.
*Sınıfsız Sınırsız Sömürüsüz Sosyalizm: sosyalizm.eu
iktisatsiyaset.org
iktisatsiyaset@gmail.com