Yeni
Sinemacılar
ortaya çıktıkları 90’ların ikinci yarısından itibaren, her
filmlerinde, toplumda oluşan her türlü dönüşümü, oluşturduğu
güçlü ve gerçekçi karakterler ve onların yine gerçekçi
diyalogları ile önümüze sermeye çalıştı. Kısaca edinilmek
zorunda kalınmış dertleri, kendi kameralarıyla nasıl
gösterebiliyorsa öylece gösterdiler. Dar Alanda Kısa Paslaşmalar
da, şimdilerde akımdan ayrılmış olsa da Yeni Sinemacılar’ın
ortaya çıktıkları dönemde akımın başını çeken Serdar
Akar’ın 2000 yapımı ikinci filmi.
Filmi
özelinde değerlendirmeden
önce biraz akımın dertlerine bakmak daha sorunsuz bir bakış
açısı edinmemizi sağlayacaktır hem bu film hem de diğer
filmleri okumak açısından. Akım her filminde toplumda kendine
göre bir yer edinmiş bir katmanı ele alıyor. Örneğin ilk
filmleri olan Gemide’de kum işçilerinin, Laleli’de Bir Azize
filminde Laleli gecelerinde hayatlarını devam ettiren insanların
hayatlarını, bir özgün olay üzerinden genel kesitler vererek
anlatmaya çalışıyor. Son olarak ise Çoğunluk filminde toplumun
çoğunluğunu oluşturan orta sınıf bir Türk-Sünni aileden yola
çıkarak bu katmanın kendinden olmayanlara bakışını ortaya
seriyor. Akım genel sinema anlayışına zıt bir profil çiziyor.
Perdeye, insanların görmek istediği gerçekliği pek olmayan olay
örgülerinin yerine, hepimizin bir şekilde tanıklık ettiği veya
edilebileceklerini yansıtıyor. Argo dili ve cinselliği gerçek
hayatta ne kadar kullanılıyorsa o kadar gösteriyor. Diyaloglar
orada burada karşılaşabileceğimiz cinsten. Karakterlere insan
olmalarının üstünde bir misyon yüklemiyor.
Dar
Alanda Kısa
Paslaşmalar, 12 Eylül sonrası ülkedeki türlü kurumların
geçirmek zorunda kaldığı “profesyonelleşme” sürecinin
Bursa’da bir mahalledeki yansımasını ortaya koyuyor. Fakat
filmde asla bağıran bir darbe sonrası mevcut değil, çok daha
ince işlenmiş bu durum. Elbette ki arka plan, iyi oturtulmuş
çeşitli insan ilişkileriyle desteklenmiş durumda. Filmi
diyaloglar üzerinden yorumlamak kesinlikle onu anlamanın en iyi
yolu. Filmin girişinde Hacı karakterinin “Hayat fena halde
futbola benzer.” şeklinde başlayan cümleleri bize, mahalle gibi
birbirine tutunmak zorunda kalan hafif geniş aile olarak
tanımlanabilecek insan toplulukları arasında dayanışma
gerekliliğini özetliyor. Burada ifade edilen dayanışma, filmde
kendini mahallenin futbol takımı üzerinden somutluğunu buluyor.
Mahalledeki bütün esnaf imkanları ölçüsünde takıma destek
olarak aralarında bir ortak değer yaratma çabası içerisine
giriyor. Yaratılan bu ortak değer sayesinde vasıfsız bir
karakterin ortaya çıkması engelleniyor ve herkes kendine saygı
duyulabilecek bir alan yaratmış oluyor. Filmden bu duruma örnek
verecek olursak Torba Suat karakteri sevdiği kadından karşılık
alamamış, babası tarafından işe yaramaz diye nitelendirilmiş
klasik bir kaybeden karakter olmasına rağmen, takıma emek verip
onu hayatının baş köşesine koyarak tutunacak bir dal bulmuş ve
kendini var etme çabasının meyvesini almış oluyor.
Film
kadın-erkek
ilişkilerinden de geri kalmıyor. “Ressam olur insanlar
başkalarının kalbini kazıya kazıya ya da resim olurlar senin
gibi kazına kazına.” repliği ile filmin konuya yaklaşımı
basit bir biçimde özetlenebilir. Herkesin hayatından bir şekilde
geçmiş olan, ilk veya son olacaklarını asla kestiremeyeceğimiz
sevgililerin, isteyerek ya da istemeyerek üzerimizde bıraktığı
etkileri yalın bir şekilde anlatıyor. Bunun yanında kazımanın
öznesinin biz olabileceğimiz de atlanmıyor. Hacı ve Aynur
karakterlerinin ilişkisi geç kalınmış olanı gözümüze
sokuyor. Aynur karakterinin ölüm döşeğindeki Hacı’nın
evlenme teklifini kabul etmemesiyle ucuz romantizmden kendini uzak
tutuyor. Hacı’nın “Her zaman kraliçelik peşindesin.”
şeklinde başlayan uzun konuşması kadın-erkek ilişkilerinde
çoğunlukla girilen basit çıkmazın özeti olarak karşımızda
beliriyor. Bunların yanı sıra Torba Suat’ın platonik sevgilisi
Nurten’e yazdığı mektuplarda kullandığı kalıplar o dönem
ilişkilerinin kurulma şeklini de şimdiki nesle aktarıyor. Yine
Torba Suat’ın bu ilişki için yaşadığı trajikomik olay ve
mektuplarla ilgili yaşadığı paranoya ise güçlü bir detay
olarak filmde kendine yer ediyor.
Son
olarak ölüm konusunda insanlığın
evrensel çaresizliği filmin finalinde. Hacı’nın ölümü ve
Torba Suat’ın dilinden dökülen “Ölecek başka adam mı yoktu
lan?” şeklindeki yakarışı oldukça tanıdık. Söz konusu tepki
hepimizin kaçınılmaz sonun hep farkında olarak yaşamamıza
rağmen, sevdiğimiz herhangi bir kimsenin ölümü karşısında
verdiğimiz sıcacık bir tepki.
Bu
yazı
Savaş Dinçel, Erkan Can ve Müjde Ar’ın başrollerde oynadığı
film üzerine çok basit bir yorumlamadır. Bu yazının biraz daha
anlamlı olmasını istiyorsanız filmi izlemenizi şiddetle tavsiye
ederim.
ihka
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder