3 Mayıs 2012 Perşembe

Dar Alanda Kısa Paslaşmalar Üzerine


Yeni Sinemacılar ortaya çıktıkları 90’ların ikinci yarısından itibaren, her filmlerinde, toplumda oluşan her türlü dönüşümü, oluşturduğu güçlü ve gerçekçi karakterler ve onların yine gerçekçi diyalogları ile önümüze sermeye çalıştı. Kısaca edinilmek zorunda kalınmış dertleri, kendi kameralarıyla nasıl gösterebiliyorsa öylece gösterdiler. Dar Alanda Kısa Paslaşmalar da, şimdilerde akımdan ayrılmış olsa da Yeni Sinemacılar’ın ortaya çıktıkları dönemde akımın başını çeken Serdar Akar’ın 2000 yapımı ikinci filmi.
Filmi özelinde değerlendirmeden önce biraz akımın dertlerine bakmak daha sorunsuz bir bakış açısı edinmemizi sağlayacaktır hem bu film hem de diğer filmleri okumak açısından. Akım her filminde toplumda kendine göre bir yer edinmiş bir katmanı ele alıyor. Örneğin ilk filmleri olan Gemide’de kum işçilerinin, Laleli’de Bir Azize filminde Laleli gecelerinde hayatlarını devam ettiren insanların hayatlarını, bir özgün olay üzerinden genel kesitler vererek anlatmaya çalışıyor. Son olarak ise Çoğunluk filminde toplumun çoğunluğunu oluşturan orta sınıf bir Türk-Sünni aileden yola çıkarak bu katmanın kendinden olmayanlara bakışını ortaya seriyor. Akım genel sinema anlayışına zıt bir profil çiziyor. Perdeye, insanların görmek istediği gerçekliği pek olmayan olay örgülerinin yerine, hepimizin bir şekilde tanıklık ettiği veya edilebileceklerini yansıtıyor. Argo dili ve cinselliği gerçek hayatta ne kadar kullanılıyorsa o kadar gösteriyor. Diyaloglar orada burada karşılaşabileceğimiz cinsten. Karakterlere insan olmalarının üstünde bir misyon yüklemiyor.
Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, 12 Eylül sonrası ülkedeki türlü kurumların geçirmek zorunda kaldığı “profesyonelleşme” sürecinin Bursa’da bir mahalledeki yansımasını ortaya koyuyor. Fakat filmde asla bağıran bir darbe sonrası mevcut değil, çok daha ince işlenmiş bu durum. Elbette ki arka plan, iyi oturtulmuş çeşitli insan ilişkileriyle desteklenmiş durumda. Filmi diyaloglar üzerinden yorumlamak kesinlikle onu anlamanın en iyi yolu. Filmin girişinde Hacı karakterinin “Hayat fena halde futbola benzer.” şeklinde başlayan cümleleri bize, mahalle gibi birbirine tutunmak zorunda kalan hafif geniş aile olarak tanımlanabilecek insan toplulukları arasında dayanışma gerekliliğini özetliyor. Burada ifade edilen dayanışma, filmde kendini mahallenin futbol takımı üzerinden somutluğunu buluyor. Mahalledeki bütün esnaf imkanları ölçüsünde takıma destek olarak aralarında bir ortak değer yaratma çabası içerisine giriyor. Yaratılan bu ortak değer sayesinde vasıfsız bir karakterin ortaya çıkması engelleniyor ve herkes kendine saygı duyulabilecek bir alan yaratmış oluyor. Filmden bu duruma örnek verecek olursak Torba Suat karakteri sevdiği kadından karşılık alamamış, babası tarafından işe yaramaz diye nitelendirilmiş klasik bir kaybeden karakter olmasına rağmen, takıma emek verip onu hayatının baş köşesine koyarak tutunacak bir dal bulmuş ve kendini var etme çabasının meyvesini almış oluyor.
Film kadın-erkek ilişkilerinden de geri kalmıyor. “Ressam olur insanlar başkalarının kalbini kazıya kazıya ya da resim olurlar senin gibi kazına kazına.” repliği ile filmin konuya yaklaşımı basit bir biçimde özetlenebilir. Herkesin hayatından bir şekilde geçmiş olan, ilk veya son olacaklarını asla kestiremeyeceğimiz sevgililerin, isteyerek ya da istemeyerek üzerimizde bıraktığı etkileri yalın bir şekilde anlatıyor. Bunun yanında kazımanın öznesinin biz olabileceğimiz de atlanmıyor. Hacı ve Aynur karakterlerinin ilişkisi geç kalınmış olanı gözümüze sokuyor. Aynur karakterinin ölüm döşeğindeki Hacı’nın evlenme teklifini kabul etmemesiyle ucuz romantizmden kendini uzak tutuyor. Hacı’nın “Her zaman kraliçelik peşindesin.” şeklinde başlayan uzun konuşması kadın-erkek ilişkilerinde çoğunlukla girilen basit çıkmazın özeti olarak karşımızda beliriyor. Bunların yanı sıra Torba Suat’ın platonik sevgilisi Nurten’e yazdığı mektuplarda kullandığı kalıplar o dönem ilişkilerinin kurulma şeklini de şimdiki nesle aktarıyor. Yine Torba Suat’ın bu ilişki için yaşadığı trajikomik olay ve mektuplarla ilgili yaşadığı paranoya ise güçlü bir detay olarak filmde kendine yer ediyor.
Son olarak ölüm konusunda insanlığın evrensel çaresizliği filmin finalinde. Hacı’nın ölümü ve Torba Suat’ın dilinden dökülen “Ölecek başka adam mı yoktu lan?” şeklindeki yakarışı oldukça tanıdık. Söz konusu tepki hepimizin kaçınılmaz sonun hep farkında olarak yaşamamıza rağmen, sevdiğimiz herhangi bir kimsenin ölümü karşısında verdiğimiz sıcacık bir tepki.
Bu yazı Savaş Dinçel, Erkan Can ve Müjde Ar’ın başrollerde oynadığı film üzerine çok basit bir yorumlamadır. Bu yazının biraz daha anlamlı olmasını istiyorsanız filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.
ihka

Hiç yorum yok: