1 Mayıs 2013 başta Ankara, İzmir, Bursa, Adana ve
Diyarbakır olmak üzere birçok kentte sendkaların önderliğinde düzenlenen
gösterilerle kutlandı; İstanbul Taksim’deki kutlama girişimi ise üç yıl aradan
sonra yeniden İstanbul’u işgal eden 22 bin kişilik polis ordusunun estirdiği
terörle engellendi. İktidar, kendisiyle işbirliği içinde olan sendika
bürokrasilerinin 1 Mayıs 2013’ü kitlesel şekilde kutlamamak için elinden geleni
yapmış olduğunu çok iyi bilmesine karşın, Haliç’teki köprüleri açarak ulaşımı
engelleyecek ve toplu taşıma seferlerini iptal edecek kadar abartılı
“önlemlere” başvurdu.
AKP iktidarının Taksim’deki kutlamayı engellemesi,
onun kitlesel bir kutlamanın denetim dışına çıkabilecek bir muhalefet
hareketine dönüşme olasılığı karşısında duyduğu kaygının ve “devlet
otoritesi”ni sergileme ihtiyacının ürünüdür. İktidar, bu yolla, PKK ile
sağlanan anlaşmanın -ulusalcı muhalefetin iddialarının tersine- devlet
otoritesinde herhangi bir “zaaf”a yol açmadığı mesajını vermektedir.
Öte yandan, 1 Mayıs günü İstanbul’da estirilen
devlet terörü, iktidarın önümüzdeki dönemde kaçınılmaz olarak yükselecek olan
toplumsal muhalefet hareketleri karşısında alacağı tavrın bir tür provası
olmuştur. İstanbul Valisi, önümüzdeki dönemde işçi sınıfına yönelecek olan
saldırıların, “marjinal” ya da “radikal” olarak adlandırdığı devrimci çevreler
üzerinden, onlara karşı mücadele bahanesiyle gerçekleşeceğinin işaretini
vermektedir.
Bu sınıfsal bir saldırıdır
AKP iktidarı eliyle uygulanan işçi sınıfı düşmanı
politika, onunla ilişkilendirilen etnik, dinsel, kültürel vb. kimlik
referanslarına karşın, bütünüyle sınıfsal bir eksende sürdürülmektedir.
Krizinin faturasını işçi sınıfına ödetmek ve sermayeye daha fazla kaynak
aktarmak amacıyla dünya çapında saldırıya geçen küresel sermaye, aynı zamanda,
dünyanın, başta enerji olmak üzere, bütün stratejik kaynaklarını yağmalama peşindedir.
AKP iktidarının gerek içeride gerekse dışarıda atmış olduğu bütün adımlar, bu
uluslararası toplumsal karşı-devrim ve emperyalist yağma sürecinin bir
parçasıdır.
Türkiyeli egemenlerin siyasi kararlarına,
“demokrasi” ve “insan hakları” gibi soyut değerler değil; küresel şirketlerin
-dolayısıyla kendilerinin- sınıfsal çıkarları yön veriyor. AKP, mutlu bir azınlığın
sınıfsal çıkarları uğruna, kendisinden önceki iktidarların açmış olduğu
toplumsal karşı-devrim yolunda önemli adımlar atıyor.
AKP iktidarının sürdürdüğü toplumsal
karşı-devrimin siyasi ifadesi, adım adım yaşanmakta olan rejim değişikliğidir.
Son 10 yıl içinde gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri ve çıkartılan yasalar
yoluyla, burjuva kimlik politikalarıyla desteklenen otoriter bir rejim inşa
edilmektedir.
Danışıklı dövüş
Bütün sorunları patronlarla ya da ilgili bakanlarla
yaptıkları kapalı toplantılarda “çözmeye” alışmış olan sendikal önderlikler, üç
yıl önce, sosyalist ve devrimci işçilerle gençlerin verdiği uzun mücadeleler
sonucunda kazanılan Taksim’i gaspetmeyi başarmıştı.
AKP iktidarı, Taksim’i bu yıl geri almıştır. AKP’nin
bu adımında, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin basıncı altında biçimlenen PKK
ile barış sürecinde, sendikal önderlikler arasında yaşanan ayrışma da önemli
bir rol oynadı. Bununla birlikte, 1 Mayıs’ı İstanbul’da Taksim’de birlikte
kutlayacaklarını ilan etmiş olan sendikal önderliklerin (Türk-İş, Hak-İş, KESK
ve DİSK) hepsi, en baştan itibaren iktidar ile “danışıklı dövüş” içindeydi.
Sendikal önderlikler,
Taksim’de birkaç ay önce başlayan kazı çalışmalarının 1 Mayıs’ın kitlesel bir
şekilde kutlanmasını engelleyeceğini elbette biliyorlardı. Ama onlar, ‘kentsel
dönüşüm’ çerçevesinde başlatılan bu çalışmayı durdurmak ya da 1 Mayıs sonrasına
erteletmek için parmaklarını bile kımıldatmadılar. Çünkü sendikalar, 1 Mayıs’ın
kitlesel bir şekilde kutlanmasını istemiyorlardı. Bürokratların, işçi sınıfının
ve gençliğin birikmiş öfkesini denetim altına alamayacağı kitlesel bir 1 Mayıs,
sermayenin ve iktidarın hizmetindeki sendika bürokrasilerinin en son isteyeceği
şeydir.
Hesap hatası
Öte yandan, sendika bürokratları, özellikle de
DİSK ve KESK bürokrasisi bir hesap hatası yaptı. Onlar, 1 Mayıs’a kitlesel
katılımı engellemek için kendi adına her şeyi yapmış olan İstanbul
Valiliği’nin, DİSK / KESK önderliğindeki birkaç bin kişilik yürüyüş kolunun Taksim’e
girmesine izin vereceğini düşündüler.
Bu sözde solcu bürokratlar, AKP iktidarının,
başta işçi sınıfı olmak üzere bütün halka, devlet otoritesinin PKK ile barış
sürecinde zedelenmediğini gösterme ihtiyacı içinde olduğunu hesaba katmadılar. Tam
da PKK’nin sınır dışına çekilme sürecinde ve Suriye’ye askeri müdahale
hazırlıklarının hızlandığı bir dönemde “solcu” DİSK / KESK bürokratlarına
böylesi bir “jest” yapmak, geniş emekçi kitleler tarafından, “iktidarın geri
adım atması” ve “muhalefetin zaferi” olarak algılanacaktı. Bu, bütün gücüyle
bir toplumsal karşı-devrim sürdüren AKP’nin atabileceği en son adımdı.
Yeni önderlikler gerekiyor
Bir anayasa değişikliği ile taçlandırılması
hesaplanan toplumsal karşı-devrime Suriye’ye yönelik açık savaş işaretlerinin
eşlik ettiği bir süreçte gerçekleşen 1 Mayıs 2013, sermayenin ve AKP
iktidarının önünde yerlere kapanan mevcut sendikal ve siyasal önderliklerin
işçi sınıfına ve emekçilere sunabileceği hiçbir ilerici çözüm olmadığını
göstermiştir. İşçi sınıfını temsil ettiğini iddia eden bütün geleneksel
sendikal ve siyasi yapılar, kabaca son otuz yıl içinde yaşadıkları evrim
sürecinde şirketlerin ve burjuva iktidarların organik uzantıları haline gelmiş
durumdalar.
Öte yandan, AKP iktidarının 1 Mayıs 2013’te
İstanbul’da başvurduğu olağanüstü hal uygulaması, iş çevreleri ve burjuva
medyası tarafından estirilen “barış” rüzgârına ne tür fırtınaların eşlik
edebileceğinin de işaretlerini vermektedir. Egemen sınıflar, ekonomik kriz ve
savaş bulutlarının yoğunlaştığı bir ortamda kaçınılmaz olarak patlayacak
toplumsal fırtınalara, devletin baskı aygıtlarını güçlendirerek
hazırlanıyorlar.
Egemenlerin en büyük korkusu, işçi sınıfının harekete
geçmesi; sosyalist bir perspektife ve onun ifadesi devrimci bir örgütlülüğe
sahip olmasıdır. Bunu başarabilmenin tek yolu, burjuvazinin çeşitli kesimleri
ve sendikal bürokrasiyle bayrakları karıştırmamak; işçi sınıfının devrimci
politikasında ısrar etmektir.
İşçi sınıfının, burjuvazinin bu saldırısını
püskürtebilmesi ve Ortadoğu’da içine sürüklendiği savaşı engelleyebilmesi için,
yeni türde kitlesel örgütlenmelerini ve Marksist devrimci partisini inşa etmesi
gerekiyor. Kitlesel ve sınıf mücadeleci yeni 1 Mayıslar’ın yaratılması, işçi
sınıfının bu uğurda vereceği uzun soluklu mücadelenin ürünü olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder