Özel bir şirket, 27 Nisan tarihinde İstanbul’da
Sheraton Maslak Otel'de “İnsan Kaynakları Yönetiminde İşten Çıkarma
Stratejileri” başlıklı bir konferans düzenleyeceğini duyurdu. Çalışma
Bakanlığı’ndan iki bürokratın da katılacağı konferansta, patronlara en az maliyetle
işten çıkarmanın yolları, işten çıkarmanın hukuksal işlemleri gibi konular
anlatılması planlanıyordu. Ancak konferansın gerçekleşeceği gün, otel önünde
toplanan DİSK üyeleri "Milyonlar aç milyonlar işsiz, işte kapitalist
sisteminiz", "Çalışma Bakanı işçi düşmanı" sloganlarıyla
konferansı protesto ettiler.
Çalışma hakkı ve işten çıkartmalar konusunda,
kendisini tek söz sahibi olarak gördüğünü bir kez daha ilan etmek isteyen
patronlar, bu hamlesinde umduğundan fazla tepkiyle karşılaştı. Duyurusu yapıldığı
günden itibaren tepki toplayan konferans DİSK’in düzenlediği protestonun
arından iptal edildi. Fakat bu sembolik eylem, bir bütün olarak işsizlik
sorununa veya kapitalistlerin işten atma saldırılarına karşı gerçek bir
mücadele vermeyen sendikal önderlikler açısından "günü kurtarma"
biçiminde yorumlanmalıdır.
Küresel krizin derinleştiği koşullarda, dünyanın
genelinde işçi sınıfına kemer sıkma adı altında
krizin faturası çıkarılırken, Türkiyeli kapitalistler de bu süreçten
bağımsız değiller. Krizin yansımaları, Türkiyeli egemenleri de
pervasızlaştırıyor ve işçi sınıfına krizin faturasının nasıl ödetileceği
hususunda hazırlıklar yaptırıyor. Böyle bir konferansın düzenlenmek istenmesi
dahi kapitalistlerin hedeflerini gözler önüne seriyor.
Kapitalistlerin ayan beyan ifade ettiği
"işten çıkarma" uygulamalarının meşruiyeti, kapitalizme ilişkin
üretilen ideolojik yanılsamalarla bir bütünlük taşıyor. Öyle ki, "özel
mülkiyet hakkını" elinde bulunduran patronlar, aynı şekilde işçilerin
çalışma hakkı üzerinde de söz sahibi olduklarını ifade ediyorlar. Fakat üreten
sınıf, işçi sınıfı olmasına rağmen, kökeni yağmaya ve sömürüye dayanan özel
mülkiyet tahakkümünü ellerinde bulunduran kapitalistler üretim sürecini tayin
ediyor.
Kapitalizmin temel işleyişini oluşturan, işçi
sınıfı tarafından üretilen artı-değerin gaspı ve bu azgın sömürünün
çelişkileri, burjuva sınıfının aydınları tarafından ideolojik manipülasyonlarla
gizlenmeye çalışılır. Örneğin, kapitalistler için olmazsa olmaz olan artı-değer
sömürüsü için işçilerin çalıştırılması bir "zorunluluk" iken, sanki
işçilere tanınan "çalışma koşulları" bir lütufmuş gibi sunulur. Bu
yanılsamayı da "işveren" kavramı tamamlar. Beraberinde bu çarpıtma
işçilerin yaşamlarını sürdürebilmek için gerekli parayı kazanmak noktasında kendilerini
kapitalistlere bağımlı ve borçlu hissetmelerine neden olur.
Aynı zamanda, emek gücünden başka satacak bir
şeyi bulunmayan ve sınıf bilincine sahip olmayan bir işçi bu yanılsamanın
sonucu olarak, emeğinin karşılığı kadar ücret aldığını zanneder. Dolayısıyla ne
kadar çok çalışırsa o kadar fazla ücret alabileceğini düşünür. Oysaki bu büyük
bir yalan olmakla beraber, bu yanılsama işçinin daha fazla sömürülmesini
sağlar. Bununla birlikte, "adil ücret" kavramı da tek başına ifade
edildiğinde, yine düzenin sürdürülebilirliği ve sömürü koşullarını gizlemek
için ifade edilir. Gerçekte ise işçiler emekleri karşılığında ücret almazlar,
yaşamalarına yetecek bir ücret alırlar; adil ücret diye bir şey yoktur çünkü
kapitalist sistem sömürü üzerine kuruludur. Dolayısıyla ücret miktarının
yükselmesi sömürüyü ortadan kaldırmaz.
Özetle kapitalistlerin mülkiyet tahakkümü
hırsızlığa ve vurgunculuğa dayandığı gibi, kapitalist sistem bir bütün olarak
sömürüye dayanır. Aynı zamanda tüm bu süreç, bir yanda deyim yerindeyse her
şeyi üreten emekçiler olmasına rağmen, zenginleşenlerin kapitalistler olmasını
sağlar. Dolayısıyla kapitalistlerin bizleri "işten çıkarma" hakkı
yoktur. Emekçi sınıfların tepesine asalakça çöreklenmiş kapitalistlerin üretim
araçları üzerindeki mülkiyetini, asıl işçi sınıfının toplumsallaştırma hakkı
vardır!
Küresel kriz koşulları altında, kapitalistler
kendi krizlerini bir toplumsal karşı-devrim biçiminde emekçilere ve yoksullara
ödetme stratejilerini sürdürecekler. Kapitalizmin tüm bu dayatma ve yıkımlarına
karşılık, işçi sınıfının ve geleceksizliğe mahkûm edilen gençliğin örgütlü bir
sosyalizm mücadelesi gerekmektedir. Bu yakıcı gerçeklik beraberinde işçilerin
kendi mücadele araçlarını, yani taban örgütlerini, öz örgütlenmelerini
kurdukları birleşik bir mücadeleyi de zorunlu kılmaktadır.
S.Umut
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder