13 Mayıs 2013 Pazartesi

Haberler


Faşistlerin Bıçakladığı Lise Öğrencisi Hayatını Kaybetti
İstanbul Ümraniye’de faşistlerin saldırısı sonucu ağır yaralanan 17 yaşındaki lise öğrencisi Kahraman Kaya hayatını kaybetti. Haberin alındığı gün okul önünde toplanan öğretmenler ve öğrenciler konuyla ilgili açıklama yaparak saldırıya tepki gösterdiler.
22 Nisan tarihinde Ümraniye Dudullu 75. Yıl Cumhuriyet Sağlık Meslek Lisesi’nde öğlen saatlerinde özel bir araçla okul önüne gelen faşistler üç Kürt öğrenciye saldırmıştı. Çekmeköy Ülkü Gençlik Başkanı Nurullah Ç.’nin de (30) aralarında bulunduğu grubun saldırısına maruz kalan öğrencilerden Mazlum Çelik (17) ve Kahraman Kaya (17) bıçaklanırken, Salih Koçin isimli öğrencinin ise aldığı darbeler sonucu elmacık kemiği kırılmıştı.

koç üniversitesi taşeron işçilerinin direnişi üzerine


Nisan ayının ilk yarısında Koç Üniversitesi’nde taşeron işçilerinin gerçekleştirdiği direniş ve onların yeni taşeron şirketlerde çalışmaya devam etme talebini kabul ettirmesi, genel olarak bir “zafer” gibi kabul edildi. Oysa son derece kısmi bir ücret artışıyla ve işçilerin yeni taşeron şirketlerde istihdam edilmesiyle sonuçlanan bu direnişin kazanım olarak kabul edilmesi gereken tek yanı, işçisi, öğrencisi ve akademisyeni ile bütün üniversite bileşenlerinin üniversite yönetimine karşı aynı cephede, militanca yer almasıydı. Bu yazıda, 2-8 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen direnişi ve sonuçlarını ele alacağız.
Koç Üniversitesi’nde çalışan 161 taşeron işçisi, Integrated Service Solutions (ISS) adlı uluslararası taşeron şirketle üniversitenin imzaladığı sözleşmenin sona ermesiyle birlikte, 13 Mayıs 2013 itibariyle işten çıkartılacaktı. Taşeron işçileri, buna karşı, 1 Nisan’da üniversitede bir eylem düzenlemiş ve “taşerona karşı kadro” talebini ileri sürmüşlerdi. Öğrencilerin ve akademisyenlerin de destek verdiği bu eylemin ardından, üniversitenin rektörü Umran İnan, 161 işçinin sözleşmesinin 2 Nisan günü ile sona erdirildiğini açıkladı. Umran İnan, bu açıklamada “üniversitelerin asli fonksiyonlarının yemek ve temizlik olmadığını, tüm dünyada olduğu gibi kendilerinin de bu ihtiyaçları taşeron aracılığıyla karşılayacaklarını ve bundan vazgeçmelerinin mümkün olmadığını” ifade ediyordu. Direnişin ve sonucunun değerlendirilmesinin kilit noktasını burası belirlemektedir. Taşeronu ortadan kaldırmayı ve iş güvencesini hedefleyen eylem üniversite yöneticilerini büyük bir telaşa düşürmüştü. Fakat ileride göreceğimiz gibi, direniş sürecinde “taşerona karşı kadro” talebi geri çekildi.
İşçiler, bu açıklamanın ardından, öğrencilerin ve akademisyenlerin desteğiyle, bir direniş başlattılar ve 8 Nisan günü, yeni taşeron şirketlerde istihdam edilerek işlerine iade edilene kadar üniversiteyi terk etmediler.

Bangladeş’te çöken fabrika ve kâr dürtüsü

Bangladeş’te sekiz katlı Rana Plaza binasının çökmesinin ardından çoğu hazır giyim işçisi 300’den fazla insan öldü ve çok daha fazlası yaralandı [ölü sayısının 1000’e ulaşması bekleniyor, çev.]. Bu, dünyada, en kötü iş felaketlerinden biri ama küresel şirketler ucuz ve kötü koşullarda çalıştırdıkları işgücü dolayımıyla daha fazla kâr peşinde koştukları için sonuncusu olmayacak.
Rana Plaza komleksi, Bangladeş’in -şimdi Çin’in ardından dünya ikincisi olan- giyim sanayisinin büyük çapta büyümesi boyunca, ülkedeki sınırlı güvenlik ve imar kanunlarına aldırmadan aceleyle inşa edilmiş çok katlı binaların tipik bir örneğiydi. Bu kompleks, binlerce işçiyi istihdam eden beş hazır giyim fabrikasına ve bir labirenti andıran dükkanlara ev sahipliği yapıyordu. Rana Plaza komleksinin, iktidardaki Avami Birliği partisiyle bağlantılı yerel bir politikacı olan sahibi, yalnızca beş kat için ruhsat almış ama ona üç kat daha eklemişti.
Salı günü, işçiler binada geniş çatlaklar olduğunu fark ettiğinde, geçici bir tahliye yaşanmıştı. Ama binanın sahibi Sohel Rana, tersine uyarılara rağmen binanın sağlam olduğunu açıkladı. Üretim planlarını karşılamaya kararlı olan fabrika yöneticileri işçileri işe dönmeye zorladılar. Bina, Çarşamba günü aniden çöktü. Aradan üç günden fazla zaman geçtiğinde, kurtarma ekipleri, enkaz altında beden bulmaya devam ediyordu.

Anayasa taslakları üzerine

Geçtiğimiz hafta Cuma günü (5 Nisan) dört siyasi parti kısmi anayasa taslakalarını Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na sundu. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, anayasa çalışmalarıyla ilgili yaptığı açıklamada,"Toplumun beklentileri de dikkate alınarak iki komisyon halinde çalışma kararı alındı." dedi.
Hükümet ve parti yetkililerinin basındaki açıklamalarına baktığımızda dört partinin başlangıç, genel esaslar, mali ve ekonomik hükümler ve son hükümlerden oluşan taslakları, beklenenden çok da farklı değil. Parti taslaklarına geçmeden önce belirtmek gerekir ki dört siyasi parti de, birkaç pürüz dışında, özellikle “mali ve ekonomik hükümler” üzerinde anlaşmış bulunuyor.

Patronların İşten Çıkarma Konferansı


Özel bir şirket, 27 Nisan tarihinde İstanbul’da Sheraton Maslak Otel'de “İnsan Kaynakları Yönetiminde İşten Çıkarma Stratejileri” başlıklı bir konferans düzenleyeceğini duyurdu. Çalışma Bakanlığı’ndan iki bürokratın da katılacağı konferansta, patronlara en az maliyetle işten çıkarmanın yolları, işten çıkarmanın hukuksal işlemleri gibi konular anlatılması planlanıyordu. Ancak konferansın gerçekleşeceği gün, otel önünde toplanan DİSK üyeleri "Milyonlar aç milyonlar işsiz, işte kapitalist sisteminiz", "Çalışma Bakanı işçi düşmanı" sloganlarıyla konferansı protesto ettiler.
Çalışma hakkı ve işten çıkartmalar konusunda, kendisini tek söz sahibi olarak gördüğünü bir kez daha ilan etmek isteyen patronlar, bu hamlesinde umduğundan fazla tepkiyle karşılaştı. Duyurusu yapıldığı günden itibaren tepki toplayan konferans DİSK’in düzenlediği protestonun arından iptal edildi. Fakat bu sembolik eylem, bir bütün olarak işsizlik sorununa veya kapitalistlerin işten atma saldırılarına karşı gerçek bir mücadele vermeyen sendikal önderlikler açısından "günü kurtarma" biçiminde yorumlanmalıdır.

Emek Sineması eylemi ve polis müdahalesi


7 Nisan’da Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde Emek Sineması’nın yıkılmasını protesto eden binlerce kişi polisin saldırısıyla karşı karşıya kaldı. Yürüyüşe pek çok oyuncu, yönetmen ve yazar katıldı. Saat 16.00’da toplanan grup “Emek bizim İstanbul bizim” sloganlarıyla yürüyüşe geçti. Yaklaşık iki bin kişilik grup Emek Sineması’nın olduğu sokağa girmek isteyince polis biber gazı kullandı ve cadde boyunca tazyikli su sıkarak kalabalığı dağıttı. Olayda İstanbul Film Festivali’nde Jüri olan Berke Göl ve diğer üç kişi gözaltına alındı. Pek çok kişi polis tarafından darp edildi. İstanbul Üniversitesi’nden bir kadın öğrenci de tazyikli suyun etkisiyle yere düşüp polis tarafından defalarca tekmelendi. Sadece eylemciler değil o sırada orada bulunan yurttaşlar da biber gazından ve sudan etkilendiler.
20 Nisan’da ise tutuklanan 4 kişi hakkında “görevi yaptırmamak ve direnme” ile “toplantı ve yürüyüş” kanununa muhalefet suçlarından 6 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı. 
Yapılan sert müdahalenin ardından pek çok sanatçı, yazar, kurum ve kuruluş olaya tepki gösterdi. Son derece meşru olan bir eyleme böylesi sert bir polis saldırısı hükümetin ne kadar pervasızlaştığının bir ifadesidir. Kapitalistlerin rantsal çıkarları için kültürel alanları sermayeye peşkeş çeken AKP hükümeti, burjuvazinin çürümüşlüğünün en somut örneğidir ve o bu yüzden karşısına çıkan muhalefete azgınca saldırmaktan geri durmamaktadır.

İstanbul’da polisin 1 mayıs terörü sürüyor


Hey Tekstil işçilerinin, 1 Mayıs'ta polis saldırısı sonucu hastanelik olan ve tedavisi süren direnişçi işçilerden Ali Alp'in kızı Dilan Alp için Taksim'de gerçekleştirmek istedikleri yürüyüşe polis saldırdı. 
4 Mayıs Cumartesi günü Taksim Meydanı’nda toplanan Hey Tekstil işçileri ve onlara destek için gelen devrimcilerden oluşan yaklaşık 50 kişilik grup, "Marjinal değil işçiyiz, Dilan bizim kızımız. 499 gündür direnişteyiz" yazılı pankartla Galatasaray Lisesi'ne doğru yürüyüş yapmak istedi. Fakat çok sayıda çevik kuvvet ve TOMA'larla İstiklal Caddesi girişine barikat kuran polis, işçilere önce tazyikli suyla, ardından da coplarla saldırdı. Azgın polis terörüne karşı direnmeye çalışan işçiler "Katil Emniyet", "Direne direne kazanacağız", "Katil polis hesap verecek" sloganlarını attılar. Polis, dağılan kitleye yönelik saldırısını, Taksim Meydanı'ndan Gümüşsuyu’nun ara sokaklarına kadar sürdürdü. 

Burjuva basından üniversitelere provokatif yaklaşım


Hiç şüphesiz bu provokatif haber, üniversitelerde bir süredir yükselen gerici-faşist saldırılara ilişkin, burjuva basın eliyle adres şaşırtma amacı güdüyor. Gerçekleşen gerici-faşist saldırılarda, özellikle polisin ve üniversite yönetimlerinin açık desteği görmezden gelinirken, şimdi de nasıl oluyorsa saldıran güruhların içerisine eğitimli Suriyeli ajanların sızdığı iddia ediliyor! 

Sınıf mücadeleci yeni kitlesel örgütlenmeler yaratmak ve sosyalist 1 Mayıslar’ı hazırlamak gerekiyor



1 Mayıs 2013 başta Ankara, İzmir, Bursa, Adana ve Diyarbakır olmak üzere birçok kentte sendkaların önderliğinde düzenlenen gösterilerle kutlandı; İstanbul Taksim’deki kutlama girişimi ise üç yıl aradan sonra yeniden İstanbul’u işgal eden 22 bin kişilik polis ordusunun estirdiği terörle engellendi. İktidar, kendisiyle işbirliği içinde olan sendika bürokrasilerinin 1 Mayıs 2013’ü kitlesel şekilde kutlamamak için elinden geleni yapmış olduğunu çok iyi bilmesine karşın, Haliç’teki köprüleri açarak ulaşımı engelleyecek ve toplu taşıma seferlerini iptal edecek kadar abartılı “önlemlere” başvurdu.

5 Mart 2013 Salı

Karl Marx’ın ölümünün 130. yılı


… Marx'ın bilimler tarihine adını yazdığı birçok ve önemli bulgular arasında, biz burada ancak ikisini belirtebiliriz.
      
Birincisi, genel dünya tarihi anlayışında onun tarafından gerçekleştirilen devrimdir. Ondan önceki tüm tarih anlayışı, bütün tarihsel değişikliklerin son nedenlerinin, insanların değişken fikirlerinde aranması gerektiği ve, bütün tarihsel değişiklikler içinde en önemli olanların, tüm tarihi egemenlikleri altına alan değişikliklerin, siyasal değişiklikler oldukları fikrine dayanıyordu. Ama fikirlerin insanlara nereden geldikleri ve siyasal değişikliklerin belirleyici nedenlerinin neler oldukları hiç sorulmuyordu. Yalnız, yeni Fransız tarihçileri ile kısmen de yeni İngiliz tarihçileri okulu, hiç değilse ortaçağdan bu yana, Avrupa tarihindeki itici gücün, gelişme yolundaki burjuvazi ile feodalite arasındaki toplumsal ve siyasal egemenlik savaşımı olduğu kanısına değin gelmiş bulunuyordu. Oysa Marx, günümüze değin, tüm tarihin bir sınıf savaşımları tarihi olduğunu, basit ve karmaşık bütün siyasal savaşımlarda, toplumsal sınıfların toplumsal ve siyasal egemenliğinden başka, eski sınıflar için bu egemenliğin korunup sürdürülmesi ve yükselen sınıflar için ise iktidarın fethinden başka bir şeyin söz konusu olmadığını tanıtladı. Ama

Komünist Manifesto’ya Soruşturma!



Geçtiğimiz günlerde, Kocaeli Üniversitesi HukuK Fakültesi öğretim emekçilerinden Yrd. Doç. Dr. Seydi Çelik’e, derste Komünist Manifestoyu okutması gerekçesiyle soruşturma açıldı. Soruşturma, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde okuyan bir öğrencisinin dilekçe vermesi üzerine başlatıldı.
Seydi Çelik, verdiği Anayasa Hukuku’na Giriş dersinde, öğrencilere Komünist Manifesto’yu okuttuğu ve Micheal Moore’un “Sicko” ve “Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi” belgesellerini izlettiği için bir öğrencisi tarafından Başbakanlık İletişim Merkezi’ne(BİMER) şikayet edildi. BİMER'de bu şikâyeti Yükseköğretim Kurulu’na(YÖK) yönlendirdi ve YÖK’ün şikayeti üniversite yönetimine iletmesinin ardından Çelik’in savunması istendi. Olaya medyada da yer verilmesinin üzerine YÖK, açıklama yaparak Seydi Çelik hakkında doğrudan ya da dolaylı olarak açılan herhangi bir soruşturmanın bulunmadığını bildirdi. Öğrencileri de, “Bilimsel Özerkliğe Saldırıyı Kınıyoruz, Seydi Hocamızın Yanındayız!” sloganıyla imza kampanyası başlattılar.

Kızıl Kitap'ı* okumak; Rus Termidorunun Doruk Noktası: 1936-38 Moskova Duruşmaları



*Not: 11.02.2009 tarihinde "toplumsalesitlik.org" adresinde yayınlanan bu yazıyı tekrar yayınlıyoruz. İçinden geçtiğimiz dönemde, özellikle küresel krizin derinleştiği ve "kemer sıkma politikaları" adı altında işçi sınıfına ve emekçi kesimlere dönük olarak, burjuvazinin yürüttüğü kapsamlı saldırılara karşı Marksist devrimci bir dünya partisinin inşasının yakıcılığı her geçen gün artmaktadır. Dünya partisinin inşasına omuz verecek olan öğrencilerin ve genç işçilerin Marksist hareketin tarihini tüm gerçekleriyle öğrenmesi ve bu tarihi sahiplenmesi adına Lev Sedov'un 1936 yılında Moskova duruşmaları üzerine yazmış olduğu "Kızıl Kitap" çok önemli bir değer taşıyor. Bununla birlikte, son dönemde Marksizme/Troçkizme dönük olarak eski iftiracı ve düzeysiz kampanyalar yeniden örgütlenmeye başlamıştır. Dolayısıyla Kızıl Kitap'ın dünya Marksist hareketinde çok önemli bir kırılmayı da içeren gerçek bir siyasi tarihi değerlendirmeye dayanan bir kaynak olması itibariyle, bu gerici ve Marksizm düşmanı kampanyalara karşı önemli cevaplar taşıdığını düşünüyoruz. İyi okumalar dileriz.

“Zengin Mutfağı” gösterimden kalktı



1977 yılında ilk kez sahnelenen, Vasıf Öngören’in yazdığı ve günümüzde Şehir Tiyatroları’nda tekrar gösterime sunulan Zengin Mutfağı gerçekleşen bir provakasyon sonucu gösterimden kaldırıldı.

Aslı Öngören’in yeniden tiyatro sahnesine aktardığı oyun, faşist bir grup tarafından kurt işaretleriyle geçtiğimiz ay protesto edilmiş ve oyun esnasında yapılan sözlü tacizlerle oyunun oynanması engellenmeye çalışılmıştı. Bu girişime tüm salon tarafından tepki gösterilirken, provokatörler alkışlı protestolarla salondan kovulmuştu. Ve yaşanılan bu olay bahane edilerek oyun gösterimden kaldırılmıştı.

Yolsuzluk belgeleri ve üniversite yönetimlerinde çürümüşlük



Yaptığı birçok eylemle kamuoyunda ses getiren sosyalist hacker grubu Redhack, kısa zaman önce YÖK dosya sisteminden yetkililer tarafından adeta halı altına süpürülen belgeleri ortaya çıkarmasıyla birlikte dikkatleri tekrar üzerine çekmişti. Redhack gerçekleştirdiği eylemle, muhalif ODTÜ öğrencilerine ve akademisyenlere karşı, birçok üniversite yöneticisinin ve YÖK yetkililerinin katılımıyla sözüm ona kurulan “Kutsal İttifak'ın” dayandığı temelleri de bizlere belgelemiş oldu.

Redhack; YÖK dosya sisteminden 60 bin belgeyi ele geçirdi ve bunları yayınladı. Bu belgeler sayesinde üniversite yöneticilerinin düzenle kurduğu kokuşmuş bağların ne kadar ileri gittiğini görmüş bulunuyoruz.


Küresel kriz ve patronların artan saldırıları üzerine



Küresel ekonominin 2008’deki krizinin ardından içinde bulunduğumuz dönem içinde pek çok ülkede ve çeşitli sektörlerde işçilere yönelik büyük bir kıyım başlatılmış durumda. Bu kriz dönemi içinde en büyük işten atma saldırılarının özellikle sanayi sektöründe artış gösterdiğini ve bu sektörlerin büyük bir bunalım içinde olduğunu görüyoruz.
Ocak ayında Yurtiçi Kargo’nun İstanbul, Ankara ve Konya’daki işyerlerinde çalışan 60 işçi işten atıldı. Şirketin işten atma gerekçesi “iş daralması ve performans düşüklüğü” ama gerçekte işçiler DİSK’e bağlı Nakliyat-İş sendikasında örgütlendikleri için işten atıldılar. İşe geri alınmak için savcılığa suç duyurusunda bulunan işçiler direnişe geçti ve yurtiçi kargoya boykot çağrısı yapıldı ancak bu sürece kadar bir sonuç alınamadı.
Taral Tarım Makina ve Aletleri Fabrikası’nda 27 işçi DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası'na üye olduklar için işten çıkarıldı. 8 Şubat’ta fabrika önünde basın açıklaması yapan işçiler “işe sendikalı olarak dönme” talepleri karşılanana kadar fabrika önündeki bekleyişlerinin süreceğini belirttiler. İşten atılan işçiler basın açıklamasını hala fabrikada çalışmakta olan işçi arkadaşlarıyla gerçekleştirdiler.

Erkek egemenliğine ve kapitalizme karşı toplumsal eşitlik mücadelesinde birleşelim!

Bugün “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” vurgusunu öne çıkarmak her zamankinden daha fazla önem kazanıyor. Egemenler işçi sınıfının tarihsel olarak en önemli mücadele günlerinden biri olan 8 Mart’ın gittikçe daha çok içini boşaltmaya çalışıyorlar. Kapitalist tüketim çılgınlığıyla sınıfsal özünü boşaltma çabası veren egemenlere karşı 8 Mart’ın işçi sınıfının birleşik mücadele günü olduğunu vurgulamak büyük önem taşıyor.Emekçi kadınlar, işyerinde, fabrikada ve evde çalışan tüm kadınlardır. Onlar, dünyanın her yerinde başbakan veya bakan olarak ya da büyük şirket ve bankaların sahibi, yöneticisi olarak bu sistemin ve cinsel baskının sürdürücüsü olan kadınlar değiller. Emekleri sömürülen, evde, işte, okulda ve sokakta taciz edilen ve tecavüze uğrayan; geceleri sokağa çıkamayan, şiddet gören, bedenlerini satmaya zorlanan ve katledilen kadınların ve lgbt’lerin ezilmelerinin nedeni tüm kurumlarıyla erkek egemenliğini savunan burjuva toplumdur.Cinsel baskı ve eşitsizliğin kökeni üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine kurulu sınıflı toplumlardır ve onun en gelişmiş hali olan kapitalizmin kadın-erkek tüm işçi sınıfı eliyle ortadan kaldırılması sorunun çözümünün başlangıcı anlamına gelecektir.


3 Kasım 2012 Cumartesi

Türkiye’de Yüksek Öğretim ve YÖK

12 Eylül rejiminin bir kalıntısı olan Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), askeri diktatörlüğün üniversiteleri/ üniversite öğrencilerini disipline etmek ve yüksek öğretimi serbest piyasa ekonomisine dahil etmek için oluşturduğu bir kurumdur. YÖK, siyasi iktidarda yaşanan değişikliklere ve ekonominin ihtiyaçlarına paralel olarak zaman içinde bir değişim yaşamakla birlikte, öz olarak kurulduğu andan itibaren bu işlevlerini sürdürmektedir.  Bununla birlikte, özellikle 28 Şubat sonrasında ve AKP iktidarının ilk yıllarında YÖK üzerinden yaşanan iktidar mücadelesi, bu kurumun sadece öğrenciler üzerinde bir baskı aygıtı olmadığını; burjuvazi için kapitalist sistemin ekonomik ve ideolojik yeniden üretimi açısından vazgeçilmezliğini gözler önüne sermiştir.

Tom Henehan’ın Öldürülmesinin 35. Yılı


Ekim 2012, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin ABD’deki şubesi Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (SEP) önceli İşçiler Birliği’nin Siyasi Komite üyesi Tom Henehan’ın öldürülmesinin otuz beşinci yıldönümü.
Tom, 16 Mart 1951’de Wisconsin eyaletinin Milwaukee kentinde doğmuştu. Yaşamını işçi sınıfının siyasi eğitimine ve kurtuluşuna adamış olan Tom, Mart 1973’te İşçiler Birliği’ne katılmıştı.
Tom, partideki dört yıllık yaşamı boyunca ABD’de ve uluslararası düzeyde gençlik hareketinin gelişiminde önemli bir rol oynamıştı.

Küreselleşme ve Üniversitelerin Dönüşümü

Üniversiteler, geçmişte de sermayenin nitelikli/beyaz yakalı işgücü ihtiyacının başlıca karşılayıcısı işlevini yerine getiriyorlardı. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, tüm dünyada üniversiteler işçi sınıfından gençlerin de gidebileceği şekilde dönüştürüldü. Bunun nedeni, kapitalizmin, artık toplumun geniş kesimini oluşturan işçi çocuklarına da ihtiyaç duymasıydı. Dönemin ulusal pazar üzerinde yükselen ithal ikameci kalkınma modeli çerçevesinde, her bir ülkenin burjuvazisi ağırlıklı olarak kendi ulusal pazarındaki sermaye birikimini geliştirmek ve ihtiyaç duyduğu işgücünü buna uygun biçimde üretmek gerekliliğiyle karşı karşıyaydı.

Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Öğrenciler’in (ABD) İlkeler Bildirgesi - 2011

İnsanlık, 21. yüzyılın ikinci on yılına işsizlik, savaşlar, eşitsizlik ve yoksulluk ile kuşatılmış şekilde girdi.
Teknolojideki ve iletişimdeki büyük ilerlemelere rağmen, ABD’de 25 milyon insan işsiz. Dünya çapında, milyarlarca insan açlık içinde ve insanlık sonu gelmeyen savaşlarla karşı karşıya.
ABD yönetimi (hem federal hem de merkezi düzeyde), bankalara trilyonlarca dolar verdikten sonra, eğitimde ve diğer sosyal harcamalarda daha önce tanık olunmadık kesintileri dayatıyor. Bu arada mali seçkinler, bir aristokrasinin ruh hali ve kibriyle, kendi krizlerinden işçi sınıfı zararına zenginleşmek için yararlanmaktadır. Her iş yerinde, doğrudan zenginlerin yararına ücretler düşmekte ve işyükü artmaktadır.
Çalışanlara yönelik bu savaşa, dışarıdaki savaşlar eşlik ediyor. Bush’un “21. yüzyıl savaşları”nı devam ettiren Obama, aralarında İran ve Çin’in de bulunduğu birçok ülkeye yönelik tehditlerle birlikte, Afganistan’da bir “akın” ve Libya’ya karşı yeni bir emperyalist savaş başlattı.