30 Temmuz 2009 Perşembe

BİR KAÇ KÜÇÜK ŞİİR

3.Mevki
İçme

İçme’den doluştular
yorgundular,
baktılar yer yok bir küfür savurdular
birer cigara yaktılar,
sonra sohbete koyuldular

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Öğret-Men

Adın ne diye sordu öğretmen
Çocuk bilmiyorum dedi
Tabi anlayamadı öğret-men
Israrla
7 yaşındaki çocuk adını bilmez mi dedi
Çocuk güldü, kahkahalarla
Öğretmen sinirli
Ukala adını bilmiyorsun bide sırıtıyorsun dedi
Çocuk susmuştu
Hatta susturulmuştu, önüne baktı biraz
Diyecekti ki sende bilmiyorsun
Bilmediğini bana nasıl anlatacaksın
Hadi söyle
Öğretmen öret-men

beta

Olmak

Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. Kanatsız, akşam vakti,
Deniz kıyısında bir tarasada, kaldırmış bir sofrada kalmak diye bir sorunu yok onun. Umutsuzluk, ortalık kararır kararmaz bir karıktan kalkıp öbürüne konan tohumlara benzeyen, o bir sürü küçük küçük olayların dönüşü değil bu. Bir taşın üstündeki köpük ya da su bardağı değil

27 Temmuz 2009 Pazartesi

bir kaç küçük şiir

Terziler geldiler

Terziler geldiler. Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle
daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere
Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.
Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı. Sonra
sonsuz çalgısı sevinçsizliğin.
Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle...
Yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular
O çelenk on bin yıllıktı, taşıyıp getirdiler
Ölülerini gömmüşlerdi, kalabalıktılar, tozlarını silkmediler
Bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi,

'Tanrıtanır kadınlar ve cumhuriyetçiler
piyangocular, çiçek satın alanlar,
balıkçılar ağlarını, paraketelerini, ırıplarını, oltalarını
zokalarını, çevirmelerini ve kepçelerini topladılar.
Sigaralarını yere atıp söndürdüler sigara içenler.'

Terziler geldiler. Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri
Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler.
Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular
Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
iğnelerine iplik geçirip beklediler;

Turgut Uyar

Tiyatronun Geçmişi

Tarihte ilk tiyatro Yunan toplumunda, dinsel törenlerden özerkleşerek bir sanat türü haline geldi. Estetik ölçütlerle değerlendirilen bir ‘’oyun’’a dönüştü.
Yunan toplumunda tiyatronun öncülü, şarap, bereket ve bitkiler tanrısı Dionysos'u kutsamak için yapılan Bacchanolia şenliklerinde bir koronun söylediği dithyramboy şarkılarıydı. Koro, bu şarkılarda, farklı kişilerin konuşmasını canlandırmak için söz ve tavır değişikliğinden yararlanıyordu. Daha sonra, oyuncu ve oyun yazarı Thespis, koronun karşısına, farklı kişilikleri farklı maskelerle temsil eden bir oyuncu koydu. Böylece daha karmaşık konular ele alınabiliyor, farklı anlatım biçimleri denenebiliyordu.

tiyatro

Tiyatro da başka sanatlar gibi dinsel törenlerden doğmuş, sonra dinden bağımsızlaşarak sanatlaşmıştır. Kökeninde, ilkel insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme çabaları yatar. Tiyatro sanatının doğuşu tanrı Dionysos için yapılan şenliklere dayanıyor. Tanrı Dionysos, en büyük Grek tanrısı Zeus ile Semele’nin birleşmesinden dünyaya geldi. Semele, Dionysos’u ölürken doğurdu. Bu yüzden, daha sonraları yapılacak olan ve tiyatronun oluşmasına katkıda bulunacak hatta ilk oyuncuyu ortaya çıkaracak dramatik yarışmalarda “ölümün yeni bir yaşam getirmesi inancı” hakim. Diğer tanrılar gibi Dionysos da öldürüldü. Ancak Zeus, Dionysos’a yeniden can verdi. Böylece Dionysos , “iki defa doğan” anlamına gelen ditrambos niteliğini kazandı. (Sonraları Dionysos için koro ile söylenen ezgilere de aynı isim verildi.)

sinema

Kaldırım serçesi (La Mome)

Ünlü Fransız sanatçısı, ‘kaldırım serçesi’ lakaplı Edith Piaf’ın yaşamını konu alan bu filmi, Edith Piaf’i dinlemekten keyif alanların ve onla henüz tanışmayanların izlemesi gerekli. Sesindeki hüznün nedenini bir kez daha anlıyor insan.

26 Temmuz 2009 Pazar

İçindekiler

PDF Biçiminde İndirmek İçin Tıklayın

Nazım Hikmet Ran

Bir Vatan Haini -Ya da Komünist- Olarak Nazım Hikmet

Gıda krizi, Marie Antoinette ve Çikolatasız Pasta

Sizin Bir Hikayeniz Var Mı?

Krize Dair Mütevazı ve Cahil Bir Deneme

Vicdan Rahatlatmanın İkiyüzlülüğü Üzerine

İnsancılık Anlayışı

Başka Türlü Bir Şey

Yüreğinin Fotoğrafını Çeken Şair: Ahmed Arif

Mektup, Size

Sevgiliye Mektup

Çok Sesli Ölüler Korosu

Şiirler

Kitap Köşesi

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Bir Zeytin Haberi

İstanbul'da iki inşaat şirketinin sahibi olup, yaz aylarında Datça'da yaşayan inşaat mühendisi Timur Kabaklarlı, otomobiliyle Bodrum'a giderken, Yeşilbağcılar Beldesi'nde çok sayıda zeytin ağacının iş makineleriyle köklerinden söküldüğünü gördü. Kabaklarlı, işçilerden, zeytin ağaçlarının kömür çıkarmak için söküldüğünü öğrenince köylülerle irtibata geçti.
“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyflerine göre değil; kendi seçtikleri koşullar içinde değil; doğrudan karşı karşıya kaldıkları, belirlenmiş olan ve geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar. Bütün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri üzerine kâbus gibi çöker. Ve, tamamıyla yeni bir şey yaratmak için kendilerini ve maddi çevreyi dönüştürmekle uğraşır göründüklerinde, özellikle böyle devrimci bunalım çağlarında, geçmişin ruhlarını kaygıyla yardıma çağırırlar, onların adlarını, sloganlarını ve kılıklarını ödünç alır, yeni tarih sahnesine bu zamanda saygın olan kılıkla ve ödünç alınmış dille çıkmaya kalkarlar.”
Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumiaire’i, 1852




“Bir Hıristiyan’dan cehennem korkusunu kaldırın, dinsel inancını da yok etmiş olursunuz.”
Dennis Diderot, Filozofça Düşünceler, 1746




“Hala anlamıyorlar makinenin insanlığın kurtarıcısı olduğunu; insanı aşağılık ve ücretli işlerden kurtaracak olan, azat eden, boş zaman ve özgürlük vaat eden Tanrı olduğunu!”
Paul Lafargue, Tembellik Hakkı, 1883




“Ben soytarıya soytarı olduğu için değil Kral'ın soytarısı olduğu için kızıyorum."
Moliere




“Kim bir köleyi isyana teşvik etmek yerine teselli ediyorsa, o, kölecileri destekliyordur.”
Feurbach

24 Temmuz 2009 Cuma

Bir Zeytin Hikâyesi

Zeytin ağacı ilkbaharda çiçeklenir. Çekirdeğinin sertleşmesi ve meyvelerinin olgunlaşması yaz aylarında başlar. Eylül ve kasım aylarında renk değiştirmeye başlayan zeytin, önce yeşilden mora, sonra siyaha dönüşerek olgunlaşır. Bu aşamaya “alacalanma” denir. Olgunlaşan zeytinlerin hasadı eylül sonundan şubata kadar devam eder. Elde edilecek yağın kalitesi zeytinin nasıl toplandığıyla yakından ilgilidir. En kaliteli zeytinyağı, dalından tek tek toplanmış zeytinden elde edilir. Zeytin, ayrıca yere dökülerek veya emici makineler vasıtasıyla elde edilir. Zeytinin hasattan hemen kısa bir süre sonra işlenmesi gerekir. Bunun için de yağ olacak zeytinler önce otomatik makinelerle yaprak ayıklama ve yıkama işlemine tabi tutulur. Bundan sonra zeytin preslerde ezilerek bitkinin dokularında yağın çıkarılması sağlanır. 1 kilo erken hasat zeytinyağı üretmek için yaklaşık 10 kilo zeytin kullanılır. Diğer türlerde 1 kilo zeytinyağı üretmek için 7–8 kilo zeytin yeterlidir.

23 Temmuz 2009 Perşembe

büyüme darbesi

“Tüm bu çocukların büyümesi gerek” dedi başkan. “Evet ordum, en büyük görevimiz budur… Tüm bu çocukları büyüteceğiz. Yetişkinler dünyasının giriş kapısına emniyet şeritleri çekin derhal. Hiç kimse oraya büyümeden giremesin. Masalar kurulsun girişlere. Derhal büyüteceğiz tüm çocukları.”

Korku

Korkuyorum, hiçbir zaman doymak nedir bilmeyen insanoğlu her şeyi çalıyor. Açgözlülüğün önünde hiçbir kaygı yok. Herkes kendini kurtlar sofrasında buluveriyor birden. Yalandan atılan demokrasi nutuklarının ardına saklanıp yaptıkları her şeyi meşru gösterme çabası durumu iyice vahşileştiriyor. Biz demokratız, biz özgürlükçüyüz yalanları altında devir emek çalma devri, yoksulluk devri, aşağılanmışlık devri, ezilmişlik devri oluyor. Daha başarılı daha güçlü olma peşindeki şirketler ve patronları insanlara demokrasinin, özgürlüğün olduğundan bahsediyor 'ben bu günlere geldiysem demokrasi sayesindedir.' diyerek isterse herkesin kendisi gibi olabileceğinden bahsediyor. Ama bu şirketlerin insanlara fırsatlar sunmak için mi yoksa kendi gücünü arttırmak için mi işçi çalıştırdıkları çok önemli bir konu olmuyor.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

ÖSS Sistemi Değişiyor!

Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) her yıl yapılan değişikliklerle bir yap-boz oyunu haline gelmiş durumda. Uygulanması planlanan yeni sınav sistemine göre öğrenciler 10. 11. ve 12. sınıflarda her yılsonunda “olgunlaşma sınavı”na ve son yıl da ÖSS’ye girecek. Başlangıçta yılsonu sınavlarının %25, ÖSS’nin ise %70 oranında etki yapması düşünülüyor. Yılsonu sınavlarının etkilerinin zamanla artırılması ve bu dört sınavın eşit hale gelmesi planlanıyor. Düşünülen bir başka sisteme göre, aday, belirlenen 12–13 konudan istediği beşinden sınava girecek ve üç konudan aldığı puanla üniversiteye yerleşebilecek. Üniversiteler de alacakları öğrencileri bölümlere bağlı olarak 3 konu ve taban puan belirleyerek seçecekler. Yerleştirme ÖSYM ya da üniversiteler tarafından yapılacak. Bu sistem uygulamaya konulduğunda öğrencinin hangi liseden mezun olduğunun önemi kalmayacak.

Manisa’da Ulaşım Ücretlerine Zam

Üniversitelerin açılmasına günler öncesinde, YÖK'ün üniversite harç ücretine %10'luk zam yapması, üniversite harç ücretini nasıl yatıracağım diye derin derin düşündürürken, arkadaşım, ulaşım ücretlerine de zam yapıldığı haberini verince, zamları düşünmek bir yana, zamlara karşı nasıl bir mücadele verilmesi gerektiğini düşünmeye başladım.

Ekim Devrimi ve Sosyalizm

1914 yılında başlayan Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda, o tarihte işçi sınıfının uluslararası örgütü olan Sosyalist (II.) Enternasyonal’in Sosyal-demokrat partilerinin tek istisnayla tümü, bu savaşta kendi burjuva ulus-devletlerini desteklemişler, bu tutumlarıyla doğrudan emperyalist savaşa ortak olup işçi sınıfına büyük bir darbe indirmişlerdi. Bu partiler içinde tek istisna ise, Rusya Sosyal-demokrat İşçi Partisi- Bolşeviklerdi.

Marksizm ve Öğrenci Gençlik

Marksistlerin öğrenci gençliğe yaklaşımlarında esas olarak, öğrencilerin toplumun aydın tabakası gibi en canlı kesimini oluşturdukları gerçeğinden hareket ederek, mücadelelerinin kesinlikle işçi sınıfı mücadelesine kazanılması gerektiği üzerinden şekillenir. Bu yüzden Marksistler, gençliğin öncelikle Marksist öğretiye kazanılması ve bu yönde çalışılması ve bunun için de asıl olarak gençliği hareketçiliğe teşvik ederek değil, mücadelenin yalnızca örgütlü bir Marksist parti dolayımıyla başarıya ulaşabileceği gerçeğini ön plana çıkarırlar. Öğrenciler bir sosyal bir sınıf olmadıkları gibi, yalnızca eğitim süresi boyunca bir bütün oluştururlar, öğrenci gençliğin büyük çoğunluğu eğitimin sonunda işçi sınıfına işçi ya da işsiz olarak dahil olmaktadır. Dolayısıyla, gençlik ne kendiliğinden devrimcidir, ne de bir küçük burjuva.

21 Temmuz 2009 Salı

Zonguldak: Hurdalar Arasında Bir Kent

Nostalji

Sen aziz şehrim,
Uykusuz yaşadığımı bilmelisin,
Bütün işçilerin saçak altında uyuduğu bir saatte,
Ben mızıka çalarak geçiyorum sokaktan.
Sen aziz şehrim
Ellerim gözlerim kadar benimsin.
(…)
Rüştü Onur

Zonguldak şehrinin adını duyduğumuzda ne gelir aklımıza?

Gürcistan-Rusya Savaşı Üzerine

Geçtiğimiz Ağustos ayında dünyanın gözleri bir süreliğine yeniden Kafkasya’ya çevrildi. Özerk Güney Osetya’nın Gürcistan’dan tek taraflı bağımsızlığını ilan etmesinin ardından yaşanan gelişmeler sonrasında, 8 Ağustos günü Gürcü birlikleri “anayasal düzeni yeniden tesis etmek” için Osetya’yı işgal etmiş, Kafkasya’nın büyük ağabeyi Rusya’nın bu duruma tepkisi oldukça sert olmuştu. Bölge’de konumlanan “Barış Gücü”ne mensup Rus askerlerini ve Güney Osetya’da yaşayan vatandaşlarını Gürcü işgaline karşı korumakla görevli olduğunu öne süren Rusya, önce Oset topraklarındaki Gürcü birliklerine saldırmış, ardından Gürcistan sınırları dahilindeki bazı kentlere kadar ilerlemiş ve ülkenin stratejik noktalarını bombalayarak, askeri gücünü çökertmişti.

Finansal Kriz ve “Serbest Piyasa” Efsanesinin Sonu

Amerikan kapitalizminin bir yılı aşkın süredir yaşadığı finansal krizin sonucunda, 10’un üzerinde banka iflas bayrağını çekmişti. Bu kriz, en son iki mortgage devinin -Fannie Mae ve Freddie Mac’in- hükümet kontrolüne geçmesiyle sonuçlanmıştı. Bu operasyondan çok kısa bir süre sonra ülkenin en büyük iki yatırım bankası olan Lehman Brothers ve Merrill Lynch de ciddi bir finansal krizle karşı karşıya geldi. Diğer yandan sadece ABD’nin değil, dünyanın en büyük sigorta şirketi olan AIG de içinde bulunduğu finansal krizden kurtulmak için Amerika Merkez Bankası FED’den kaynak talebinde bulundu.

Yeniden Çıkarken

Geçtiğimiz öğrenim yılının ikinci döneminde, asıl olarak İstanbul Üniversitesi’nde başlayarak, ancak burasıyla sınırlı kalmama hedefiyle, öğrencilerin ve üniversite dışından okurların yazılarıyla İktisat-Siyaset dergisini çıkarmaya başlamıştık. Geçtiğimiz yıl üç sayı yayınladığımız dergi, okurlarımız tarafından bizi sevindirecek kadar ilgiyle karşılanmıştı. 2008–2009 yılına dergimizin 4. sayısını yayınlayarak başlıyoruz.
PDF Biçiminde İndirmek İçin Tıklayın

“Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.

1 Mayıs’ın Kökeni ve Türkiye’de 1 Mayıs Tarihi

Dünyada ilk 1 Mayıs’ın başlangıcı Amerika’da 1 Mayıs 1886’da yaklaşık 500.000 işçinin 8 saatlik işgünü talebiyle genel greve çıkmasıyla gerçekleşti. Bu genel grev toplam 8 işçinin ölümüyle sonuçlandı. İşverenler sokak çeteleriyle işbirliği yaparak onları işçilerin üzerine saldırttı ve polisin işçilerin üzerine ateş açmasıyla 4 işçi yaşamını yitirdi. Bu grevde, greve öncülük eden 8 işçi önderi hakkında idam cezası istendi ve 4 işçi önderi idam cezasına çarptırılarak katledildi. Tarihi; işçi sınıfının kanıyla yazılmaya başlanan bu gün 1889 yılında Paris’te 2. Enternasyonal tarafından “İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak ilan edildi. 1889 yılında Amerika’da yaşandığı gibi hala dünyada burjuvazinin işçi sınıfının bu birlik gününe tahammülü yoktur ve hala baskılarla, yasaklamalarla, saldırılarla işçi sınıfının örgütlenmesinin önüne set çekmeye çalışmaktadır.

TEKNOLOJİ VE TENKİDİ

Teknoloji, insanların doğayla olan mücadelesinde onu ayakta kılan bir kurumdu önceleri. Doğaya hükmeden insanlar hayatta kalmak için birbirlerine ihtiyaç duyarken, zamanla bu ihtiyaç yerini mücadeleye bıraktı. Teknoloji artık hayatta kalma aracı değil egemen olma aracıydı.
Teknoloji, eski Yunancada tech(sanat) ve nologia(bilmek) sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur. Teknoloji sözcüğünün tanımına bakacak olursak, insanoğlunun gereklerine uygun yardımcı alet ve araçların üretilmesi için gerekli olan bilgi ve yetenek, ayrıca bilginin sanayideki işlemlerde sistematik olarak uygulamaya alınması demektir. Teknoloji, insan faaliyetleri olarak, insanlık tarihinde bilim ve mühendislikten daha önce çıkmıştır.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

bir kaç küçük şiir

ŞİİR
Aşk Ekmek Lazım

Her günenebir aşk ekmek lazım
Tohumundan filizine Hayyam kokan
Şarabi sevinçlerle danatıp
Üzüm taneleriyle yoğrulan bir aşk

Pir Sultan'dan dini duyguları alıp
Mevlana ile tasavvufa dalmalı insan

Hür olmak adına bir de
Hürriyetin hürünü sökeliden beri
Yaşamaya mecbur bir bedenle
Sarılmak lazım kadehe

Gün ortası ölümler yok mu
yoklukla koyun koyuna
Nediyordu Yunus hani
Gök ekini biçmiş gibi
Gençken ölenlere

Her güne bir aşk ekmek lazım
Pazartesi sevgili salı çarşamba perşembe vesaire
SEVGİLİ s-e-v-g-i-l-i
Yani gün 24 saat hafta 7 gün
Aşk ekmek lazım bedene
Sevgili ölüm gibi

Ludüs

kapkara bir gecenin ortasında
yine bir ben
kadim dostum karanlık, üç beş sigara
seni anlatan notalar..
gözlerimi kapayıp daldığımda rüyaya
farkına varıyorum aslında her şeyin
akıp giden hayatta kontrol edemediğim her gerçeği
her seni…
rüyalarımda zaptedebiliyorum...


İzmit’ten bir öğrenci

Nazım Hikmet Ran

Ne yazık, bu ülkenin insanları için, halkının yanında olmak için hayatını ortaya koymuş olan aydınların hala vatan haini olarak görülmesi. Ne büyük bir çelişkidir ülkesinin her santimetresini kendinden bir parça olarak gören bir insana vatanını satan damgasının yapıştırılması. Aslında bu damgayı yemeyi hakeden en son kişiydi belkide Nazım Hikmet. Çünkü o halkına sırtını dönmüş aydınlardan değildi. Çünkü bu topraklarda yaşamak bu topraklarda ölmek istiyordu. Hatta bir gün sürgünü sırasında uçakla Anadolu'nun üzerinden geçerken şöyle demiştir;''keşke şu anda bu uçak düşse de kendi topraklarımda ölsem.''Böylesine büyük bir dehanın daha yapacak onca şeyi varken herşeyi bir kenara bırakıp o anda ölmek istemesi anlaşılması zor bir duygu. Her zaman yeniliğe ve değişime açık bir insandı.

12 Temmuz 2009 Pazar

Bir Vatan Haini -Ya Da Komünist Olarak- Nazım Hikmet

Ölümünün 45. yılında Nazım Hikmet’e yalnızca yurtsever/vatansever “sosyalistler” değil, burjuva sınıfının demokratından faşist kanadına kadar tüm kesimleri bir ucundan çekiştirip ona sahip çıkmaya çalışıyor. “Aslında iyi adamdı”, “hatta vatanseverdi” gibi yaklaşımlarla, gerçek kimliği yok edilmeye çalışılıyor. Oysa Nazım, bugün ona sahip çıkmaya çalışan sermaye sınıfını yok etmeye adamıştı hayatını, dolayısıyla o ve onun temsil ettiği kişilik, vatan ya da yurt sermaye sınıfının olduğu sürece, her komünist gibi vatan haini olmayı sürdürecek.

Gıda krizi, Marie Antoinette ve Çikolatasız Pasta

"Dahası kuşlar perişan... Zavallı yaratıklar neredeyse açlıktan ölmek üzereler; bin bir umutla o tarladan ötekine gün boyu durup dinlenmeden kanat çırpıyor, ahlatların dalına konup bazen umutla bakıyor bazen de kupkuru bir sesle mecalsiz ötüşüyorlar ama, tadımlıkta olsa insanların elinden ufacık bir arpa tanesi kapamıyorlar. Bu yüzden kursaklarında gökyüzünden başka hiçbir şey yok! Bulursa börtü böcek yiyorlar belki; bulamazlarsa kursaklarında çalkalanıp duran gökyüzüyle birlikte ahlat gölgesinde uyuyan sidiğe belenmiş bebeklerin yanına patır patır dökülüyorlar. Bazıları daha düşerken ölüyor tabii bazıları da irkilerek uyanan bebeklerin terli bakışları altında bir süre kanat çırpıp debelendikten sonra ya ansızın hareketsiz kalıyor ya da kendilerini eksik uçuşlarla arpaların arasına atıp kayboluyorlar. Bebekler bakakalıyor kuşlar gibi..."*

Sizin Bir Hikayeniz Var Mı?

Hiç düşündünüz mü neden dinlediğimiz şarkıların her aynı konu üzerine yazıldığını ya da gördüğümüz resimlerin manzara, natürmort ve soyut resimler olduğunu. Neden her yere aynı kişinin heykelleri dikilir, bazen de soyut şeyleri anlatan heykeller dikilir. Okuduğumuz romanlar, şiirler, hikayeler neden benzer konular üzerine yazılmıştır, bazıları da neden konusuzdur.

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Krize Dair Mütevazı Ve Cahil Bir Deneme

Solcuysan cevap verebileceksin…

Yanlış hatırlamıyorsam komünist manifestoda komünistlerin hiçbir yerde kimliklerini saklamamaları ve her yerde övüne, övüne komünist olduklarını söylemeleri yazıyordu. Yada ben öyle anlamışım bilemiyorum. Bende elimden geldiğince konu oralara uzanınca komünist olduğumu söylüyorum. Bizim bu memlekette de insanlar sinema filmlerin de diziler de şarkılar da bayağı bir komüniste rastlıyorlar bu sebeple karşılarına bir komünist alıp iki lafın belini kırmayı da eminim istiyorlar. Bu bakımdan tanıdık tanımadık hemen her ortamda konu siyasete gelince ilk gözler bana çevrilir. Bu yazıyı okuyan komünistler varsa sanırım bana hak verirler.

Vicdan Rahatlatmanın İkiyüzlülüğü Üzerine

99 depremi... 'Biz yaştakiler'in hatırlayabildiği büyük acılardan biri. Elbette zaman, acının merhemidir çoğu kez ve o acı da büyük ölçüde unutuldu, hiç değilse çoğunluk tarafından. Peki, bu acı yalnızca bizim acımız mıydı? Ya da bir anlık öyleyse bile hep öyle kalabilir miydi?

Bunun böyle olmadığını, Amerika'daki kasırga felaketinde, Asya'da tsunami felaketinde, bugünse, Myanmar'da (Burma) kasırga, Çin'de deprem felaketinde binlerin cesedi tekrar gösterdi bize. Kanlı bir kanıt oldu, ama kanıtlar her zaman sıradan olmazlar.

10 Temmuz 2009 Cuma

İnsancılık Anlayışı

İnsancılık, en genel anlamıyla insanın yazgısının insanın kendisi dışında bir güce emanet edilemeyeceğini, insanlığın ‘insana yaraşır bir yaşam’a ancak insanın kendi çabası ve aklıyla ulaşabileceğini savunan görüşe karşılık gelir. Aslında insancılık anlayışının kökeni
çok eskilere dayanır. Protogoras’ın ‘insan her şeyin ölçüsüdür’ sözünü dile getirerek hare-
ket ettiği felsefe anlayışı da bize insancılığın kökenlerinin nerede aranmasına dair ipuçları sunar.

Başka Türlü Bir Şey

21. yy.dayız, ne var ki görünenler hiç de öyle değil. İnsanlar bilgi ve teknoloji çağının erdemliliğini, bilinçliliğini değil de, ortaçağın geri kalmışlığını yoz ve yüzeysel düşüncesini üstlenmekte kendini sorumlu hissetmiştir. Yaşanan acı olaylar sıradanlaşmış ve vereceğimiz, vermek istediğimiz doğal tepkiler çeşitli çıkarlar doğrultusunda şekillenmiştir. İnsanda görülen insanlık dışı tepkilerin nedeni nedir diye düşünüyor insan. İnsanın kendine yabancılaşmasının, ifade edememesinin ve bunun sonucu olarak içinden çıkamadığı, engellediği olayları manipüle ederek psikolojik sorunlara neden olan bir hal alıyor.

Yüreğinin Fotoğrafını Çeken Şair AHMED ARİF

“bir şair:ahmed arif
toplar dağların rüzgarlarını
dağıtır çocuklara erken”
cemal süreya

Başka bir şair ve daha yoktur ki, bir şiir kitabıyla meşhur olsun ve bu kitap kırk yıl boyunca aynı ilgiyle okunsun….
Ahmed Arif’in “Hasretinden Prangalar Eskittim” şiir kitabının basımından bu yana kırk yıl geçti…Ve bu kitapla Toplumcu gerçekçi şiirin Nazım’dan sonra en büyük ismi oldu.

Mektup, Size

A.'ya

Çok vakit var daha sabaha, karanlık bir gece, kedimle oturuyorum, yağmuru dinliyorum. Bu gece kedim bütün hayvanlar sanki. Yanıma boylu boyunca uzanıp başını yere koyduğunda son nefesini veren bir hamamböceği; homurdanarak ağzını açtığında mekanik bir köpekbalığı; ürpererek uyandığında ise ben. Korkunç bir yağmur var dışarıda; pencereler ağlıyor gibi; sular oluklardan, çatılardan boşalıyor, çukurları dolduruyor. Diğerleri çoktan uyudu, kalın yorganların ve birbirlerinin kollarının altında; uykunun ölümü hatırlatan yalnızlığındalar. Bense sizi düşünüyorum.

Sevgiliye Mektup

Değerli Fulya,

Aslına bakılırsa bu topraklarda mektuplara ‘’değerli, sevgili vs…’’ diye başlanmaz. Bu topraklarda yani Anadolu’da mektupların başında ki sesleniş genelde şöyledir; ‘’benim canım anam, kara gözlüm, al yazmalım, canımdan çok sevdiğim biraderim vs…’’